18 Şubat 2015 Çarşamba

5 Sıradan Bir Hayat - 35. Bölüm



İki gece uykusuzluğun ardından bu gece deliksiz uyumanın verdiği uyuşuklukla açtım gözlerimi. Emily’nin hastalığı yüzünden onunla beraber biz de iki gece boyunca uykusuz kalmıştık. Her ne kadar benden çok Brandon ilgilenmiş olsa da kızımın durumuna karşı olan merakım ve içimdeki endişe ile bende onlarla ayakta kalmıştım. Brandon’ın, ilerleyen hamileliğim dolayısıyla benim de rahatsızlanacağımdan korkması kızıyla tek başına ilgilenmesine ve beni hep uzak tutmaya çalışmasına neden olmuştu.

Kabul etmek zorundaydım ki sekiz aylık hamile karnımla kızımla eskisi gibi ilgilenemiyordum ve çoğunlukla Brandon ilgileniyordu ama yine de kızımdı ve onun için sonuna kadar endişelenme hakkım vardı.  Tanrı’ya şükür ki geçici bir hastalıktı da kalıcı bir hastalık değildi zaten çok önemli bir sorun yoktu ve bünyesi güçlüydü ki çabucak atlattı. Gerçi o antibiyotikleri ben içseydim bende atlatırdım ama yine de iyileşiyor olması daha önemliydi benim için. Kızım vücuduna o kadar antibiyotik de girmesi hiç hoşuma gitmemişti ama yapacak bir şey de yoktu biliyordum.

Sırt üstü dönerek başımı Brandon’a çevirdiğimde gözlerimi aralayıp baktım kocama. Hala uyuyordu. Yerimde biraz kayarak ona doğru sokulduğumda oda bana doğru geldi başını yastığıma kaydırdı ve dudaklarını omzumu öpecekmiş gibi omzuma yaslandı. Kolunu kocaman karnımın üzerine sardı. Dudaklarımı Brandon’ın alnına yaslayarak öptüğümde bir daha kıpırdadı bu sırada aralık bıraktığımız yatak odasının kapısından Emily’nin sesini geldi. Ağlıyordu… Brandon’ın kolunu onu uyandırmamaya özen göstererek karnımdan çekerken dudaklarının omzuma bıraktığı öpücüğü hissettim.

“Sen uyumaya devam et ben bakarım.”

Başımı çevirip Brandon’a baktığımda üzeri çıplak altında pijamasının altı ile yataktan kalkıyordu. İç çekerek bende doğruldum yatakta.

“Ben zaten uyandım, sen uykunu dağıtma bakarım ben Emily’ye zaten uyumaz da şimdi. Sen uyu biraz daha…”

“Ashley, yat şu yatağa… Senin de hasta olmana az kaldı. Dün gece uyuyamadığını fark ettim. Kıpırdanıp durdun. Şimdi yatıyorsun ve uyuyorsun,” diye Brandon kaşlarını çatarak konuştuğunda yataktan kalmıştım.

“Kendimi gerçekten dinlenmiş hissediyorum. Uykumu aldım için rahat olsun.”

Brandon omuzlarımdan tutup beni yatağa oturttu ve hafifçe iterek yatağa yatmamı sağladı ardından üstümü örtüp dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı ve göz kırparak odadan çıktı. İçimi çektim. Hep böyle yapıyordu. Karnım iyice belirginleşip de oğlu olacağını öğrendiğimizden beri o kadar fazla üzerime düşüyordu ki gören de oğlan çocuk diye delirdiğini düşünürdü ama ben biliyordum ki bir taneyi bırak üç tane oğlu olsa kızının yerini hiçbiri tutamazdı.

Yatakta doğrularak yastığımı dikleştirdim ve başlığa sırtımı yaslayarak doğruldum. Brandon’ın Emily’yi alıp odaya geleceğinden adım gibi emindim ki yanılmadım da, birkaç dakika sonra Brandon kızı kucağında eve girdi.

“Sana bırak ben ilgileneyim dedim değil mi?” diyerek kollarımı göğsümde birleştirip tek kaşımı kaldırarak baktım.

“Yanımızda belki uykuya dalar tekrardan, bizde biraz daha uyuruz.”
“Sen Emily’yi bana ver ve biraz daha uyu, seni bir saat sonra kaldırırım. Bizde kızımla babamıza güzel bir kahvaltı hazırlarız.”

Yataktan kalkmış kızımı kollarıma almak için Brandon’ın yanına gelmiştim. Brandon isteksizce Emily’yi bana verdi. Sevgili kocama göre karnım burnumdaydı ve kızımı taşımam bebemize zarar verip beni de zorlayabilirdi. Bazen bu erkekler fazla pimpirikli oluyorlardı.

Emily ile odadan çıkarken Brandon tekrardan yatağa girmişti. Gözlerini kapattığında da yeniden uykuya dalacağından emindim. Emily ile odadan çıkıp mutfağa indik. Kızımı mama sandalyesine oturtup önce onun kahvaltısını hazırlamaya başladım. Küçük küçük de olsa biraz reçel ve domates suyu gibi kolaylık yutabileceği ve ona yarar sağlayabileceği gibi ağzını da tatlandıracak şeyleri yedirmeye başlamıştım. Bu konuda Betie çok yardımcı oluyordu. Evet, Lisa’da çok çok yardımcı oluyordu bana ama Derek ile Emily arasında sadece aylar vardı. Derek, kızımdan sadece ay farkı ile büyüktü ve bu da bir yerde Lisa’nın da en az benim kadar bazı şeylerde tecrübesiz olduğunun belirtisiydi.

Emily’nin karnını doyurup da kahvaltıyı hazırladığımda saatin Brandon’ın artık uyanma saati olduğunu fark ederek yukarıya çıktım. Brandon benim yattığım tarafta yatmıştı. Gülümseyerek yatağın kenarına oturdum ve Brandon’ın saçlarını okşayarak adını fısıldadım. Gözlerini hafifçe aralayıp gülümsedi sonra tekrardan kapattı. Emily’nin tek bir mırıltısı bile yataktan zıplamasına neden olurken iş için yataktan kalkmak bir külfetti sanki onun için.

“Brandon, kocacığım…” diye mırıldandım işveli bir şekilde parmaklarımı saçlarının arasında gezdirirken.

“Biliyor musun beni sadece işe gitmek için kaldırdığında bu şekilde ve bu tonda sesleniyorsun,” diye mırıldanırken gözleri hala kapalıydı bu yüzden sırıttığımı göremedi. Kollarını başının üzerine uzatıp gerindi ardından yatakta doğrularak bir kolunu belime doladı diğerini karnımın üzerine koyarak bana aşk dolu bir öpücük verdi.

“Günaydın kocacığım.”

“Günaydın karıcığım.”

Ben yataktan kalkarken Brandon’da üzerindeki örtüleri açtı. Sandalyenin üzerinden üzerime henüz giymemiş olduğumu fark ettiğim sabahlığımı alarak giyindim ve kapıya doğru yöneldiğimde Brandon’da banyoya girdi.

Mutfağa gittiğimde Emily elindeki bir kaşık çikolatayı emerken yüzünün her tarafını çikolata yapmıştı. Gülerek yanına gidip çikolatalı yanaklarını öptüğümde çikolata olmuş ellerini yanaklarıma değdirince kıkırdadı. Kızımın yanından uzaklaşıp kocama kahvaltısını hazırladım. En sevdiği omleti yapmıştım bu sabah ona. Fark etmiştim ki kızımızla ilgilenmek için düzgünce beslenememişti o da.

Brandon gelip de kahvaltı masasına oturmadan önce kızının çikolatalı yanaklarından öptü oda. Emily’nin babasına hayran olduğunu anlamamak imkansızdı. O gelince gülücükler saçıyor, dudaklarından anlamını bilmediğimiz bir sürü şey dökülüyordu. Sanki babasına kur yapıyordu. Brandon tabi ki kızını bir oğula değişmezdi. Kendisine hayran hayran bakıp deli olan kızı varken ne yapsın erkek evladı…

Oğlumda bana böyle olacak diye umut ederek Brandon’ın çayını önüne koydum ve kendi tabağıma da peynirli omlet alarak kocamla kahvaltı etmeye başladık. Son bir haftadır ağız tadıyla yaptığımız ilk kahvaltımız bu olmuştu. Emily’nin hastalığı ile uğraşmak ne kahvaltımızı ne akşam yemeğimizi tadıyla yememize engel olmuştu. Şimdi kızımı eskisi gibi canlı kırmızı yanakları ile göremesem de geçirdiğimiz endişe dolu bir haftaya nazaran daha iyi görünüyordu. Gerçi hala burnu kırmızı ve gözaltlarında hastalığından doğan morluklar ve yüzündeki solgunluk olsa da kızımın iyileşiyor olduğu bir gerçekti.

Emily, iki gece hastanede kalmış ve serum takılmıştı. Kanındaki lökositlerin aşırı düşük olması nedeniyle hastanede gözetim altına alınmıştı. Hâlbuki yüksek ateş ve titreme şikâyetiyle hastaneye giderken bu tarz bir şey çıkacağını ne Brandon ne de ben biliyorduk. Tanrı’ya bir kere daha şükürler olsun ki iki gece hastanede kalmamıza ve Emily devamlı kan alınıp serum verilmesine değerek iyileşme göstermişti. Onu hastane yatağında öyle yatarken ve hasta görmek sanki ruhumu bedenimden çıkarıyorlarmış gibi hissetmeme neden olmuştu. Onun yerine o hastalığa ben yakalanmayı onun çektiği sıkıntıları kendimin çekmesine razıydım.

“Ben çıkıyorum, herhangi bir şey olursa ararsın beni. Bu arada dün söylemeyi unuttum akşam dört buçukta toplantı var o yüzden biraz geç kalabilirim, gecikirsem beni beklemeyin siz,” diye Brandon ayağa kalkmış tabağındaki son kırıntıları toplarken dolu ağzıyla mırıldanıyordu. Onu gülümseyerek izlerken başımı salladım.

Brandon Emily’yi öptükten sonra ceketini sandalyesinin arkasından alıp giyindi ardından beraber mutfaktan çıktık. Ayakkabılarını giyindikten sonra belime sarılıp karnımın elverdiğince kendine çekti ve dudaklarıma tutku dolu aşkla öptü. Dudaklarımız ayrıldıktan sonra da alnıma bir öpücük bıraktı.

“Dikkatli olun. Herhangi bir şey olursa, ne olduğu önemli değil, küçücük bir şey dahi, beni ara.”

“Tamam, merak etme. Geç kalacaksın,” diye cevap verirken dudaklarıma eğilip küçük bir öpücük bıraktı.

“Seni seviyorum.”

“Bende seni seviyorum kocacığım,” diye karşılık verdiğimde sırıttı. Elini karnıma koyup birkaç saniyeliğine okşadı.

Brandon asansöre binene kadar kapıda bekledim. O asansöre binip de kapı kapandığında bende içeriye girdim. Mutfağa gidip de masayı toparlarken karnımda hafif bir kasılma hissettim. Elimi karnıma koyup okşarken kaşlarım çatılmıştı. Bu aralar neredeyse her sabah bu saatlerde kasılmalarım oluyordu buna neredeyse alışmıştım. İki gün sonra doktorumla randevum vardı. Aylık rutin kontroldü ve bu kasılmaları soracaktım. Mutlaka bir sebebi olmalıydı. Derin bir nefes alarak geçen kasılmamı daha fazla düşünmemeye karar verdim.

Kahvaltı masasını toplayıp da Emily’nin ellerini ve yüzünü temizledikten sonra kızımı kucağıma alıp salondaki oyun alanına koydum. Oradaki oyuncakları ile oynarken bende bu sırada etrafı toparlayabiliyordum. Bugün Lucy ve Alex uzun süren balayılarından döneceklerdi ve bizde akşam yemeğine geleceklerdi. Onun içinde hazırlık yapmalıydım. Gerçi Betie yardıma geleceğini söylemişti ama yine de evi derli toplu olması bir alışkanlık haline gelmişti bende.

Yarım saat sonra yatak odasını ve Emily’nin odasını topladığımda salona indim. Emily oyuncakları ile oynamaya devam ediyordu. Onun ilaç vaktinin yaklaştığının farkındaydım ama henüz vardı zaman. Mutfağa gidip dolabı karıştırmak ve akşama ne hazırlayabiliriz diye bakmak sanırım en iyi seçenekti. En azından Betie geldiğinde ne yapabileceğimizi ona söyleyebilirdim.

Buzdolabının önüne eğilerek bakınırken birden yine karnımda bir kasılma hissettim. Yere oturarak derin nefesler almaya başladım. Emily’nin doğum sırasındaki sancılarımı hatırladığım için henüz doğum olmayacağının farkındaydım ama bu kasılmalar eğer gün içinde devam ederse kesinlikle bir doktora gidecektim.

Öğlene doğru Betie geldi ve Emily’nin öğle yemeğini yedirdikten sonra onu öğle uykusuna yatırırken Betie’de mutfakta hazırladığım mönüye uygun olarak yemekleri yapmaya başlamıştı.

Kızımı uyuttuktan sonra mutfağa gidip Betie’ye yardım etmeye başladım. Yemeklerimiz son hızla pişerken biz de nefes alabilmek adına, ben pek bir şey yapmamıştım Betie izin vermemişti, bir şeyler içmek için mola verdik. Betie’ye kahve verirken bende kendime meyve suyu aldım. Kahve içmeyi hamile olduğumu öğrendiğimde bırakmıştım.

“Emily iyi görünüyor, baya toparlamış.”

“Evet, oldukça iyi, keyfi yerinde ama yine de solgun görünüyor,” diye mırıldandığımda Betie elini elimin üzerine koyarak gülümsedi.

“Solgun görünmesi hastanelere yatacak kadar hasta olmasından iyidir değil mi?”

“Sanırım haklısın ama yine de onun kırmızı yanaklarını ve parlayan gözlerini görmeyi tercih ederdim. Üstelik baya zayıfladı, sende fark ettin değil mi?”

“Ashley, bunlar tipik anne endişeleri. Emily oldukça iyi, kısa zamanda kilo almaya başlayıp eskisi gibi kırmızı yanaklı bir prenses olacaktır. Bu kadar endişelenme üstelik hamilesinde, biraz da kendini düşün.”

“Betie, bir şey sormak istiyorum. Son günler çok kasılmalarım oluyor. Kasıklarımdan başlayıp sanki karnımın içine doğru yayılıyor ve nefesimi kesiyor. Birkaç saniyelik bir şey ama bilmiyorum… korkutuyor biraz…”

“Doktorunla konuştun mu?” diye sorarken bakışları karnıma kaymıştı.

“Hayır, iki gün sonra randevum var o zaman gittiğimde soracağım.”

“Belki aşırı stresten olabilir. Bir haftadır Emily için çok endişelisin ve hamilesin diye de Brandon pek bir şey yaptırmıyor sana, bu yüzden olabilir. Sadece psikolojiktir belki hemen endişelenme.”

“Haklı olabilirsin. Neyse, Lucy’lere haber verdin değil mi gelecekler buraya?”

Hızla değişen konuşma konusunun ardından yarım saat daha oturduk ve sohbet ettik. Ardından Betie pişen yemeklere bakmak için kalktığında bende salatalık malzemeleri alarak masanın üzerine salatayı hazırlamaya başladım.

Akşama doğru her şey hazırdı, Emily’nin üzerini giydirmek için yukarıya çıktığımda Betie’de üzerindekileri değiştirmek için misafir odasına gitti. Kızıma Brandon’ın üç hafta önce aldığı henüz hiç giymediği mavili pembeli çiçekli elbisesini ve altına da mavi fiyonklu ayakkabılarını giydirdim. Kısacık saçlarına iki toka ile toplayıp kızımı bir prenses haline getirdim. Kız çocukların bu kısmını seviyordum. Oyuncak bir bebek gibi süsleyebiliyordunuz erkek çocukları ise sadece pantolon ve üzerine giydirdiğiniz gömlek ya da tişört haricinde bir şey yapamazdınız.

Emily hazır olunca onu kucağıma aldım ve yatak odasına götürürken kapı çaldı. Brandon’ın gelmesine imkan yoktu henüz toplantıdan çıkmamıştır diye düşünürken, merakla aşağıya inip baktığımda George’un gelmiş olduğunu gördüm.

“Hoş geldin, daha geç gelirsin sanıyordum,” diye gülümseyerek içeri girmesi için kapıdan çekilirken.

“Toplantıya girmedim, beni ilgilendiren bir konu yoktu o yüzden erken geldim. Prenses gel bakalım dedeye,” diyerek bana göz kırpıp Emily’yi kucağına aldı. Brandon’ı kendi oğlu gibi sevdiği için Emily’nin dedesi olmayı çok istiyordu ki Emily’de artık onu bu şekilde kabul etmişti.

George, Emily’yi kucağına alarak salona gittiğinde Betie’de mutfaktan çıkıyordu. Gülümseyerek kocasının yanına gitti ve dudaklarına küçük bir öpücük bırakarak beraber salona girdiler. Bende arkalarından salona girdiğimde George kucağında Emily ile çiftli koltuğa oturmuş onunla ilgilenirken Betie’de onların yanında oturmuş izliyordu. Benim geldiğimi fark edince duvardaki saate baktı.

“Ashley, üzerini değiştir istersen yarım saate gelirler. Zaten her şey de hazır sadece masa hazırlanacak o kadar. Biz Emily ile ilgileniriz.”

“Pekala, tamam o zaman,” diye mırıldanarak arkamı dönmüş salondan çıkıyordum ki George seslendi.

“Ashley, Brandon’da erken gelebilir. Toplantısını saat üç buçuğa almıştı ve ben çıkarken baktığımda konuşulması gereken bir iki konu vardı. Muhtemelen yemeğe yetişir.”

“Tamam, George, umarım önemli bir problem yoktur.”

“Önemli bir şey olduğunu sanmıyorum muhtemelen halledilecek bir şeydir.” Gülümseyerek başımı salladım ve ardından salondan çıkıp yatak odasına gittim. Hazırladığım elbisemi üzerime giyinirken yine kasıklarımda kasılma hissettim. Yere çömelerek ellerimi kasıklarıma koyduğumda nefesim kesilir gibi oluyordu. Derin derin nefesler alarak kasılmanın bitmesini bekledim. Bu diğerlerinden daha uzun sürmüştü.

Kasılmam geçtiğinde kendimi rahatlamış hissediyordum. Hızlanan nefeslerim biraz da olsa düzene girmişti. Elimdeki elbiseyi daha fazla buruşturmadan yerimde doğruldum ve üzerimi giyindim. Yatağın üzerine oturarak ellerimi karnımın üzerine koyarak okşadım. Eğer bu kasılmalar yarın da devam ederse kesinlikle doktora gidecektim.

Kendimi biraz toparladıktan sonra saçlarımı da düzeltip aşağıya indim. George ve Betie’nin yanına gidip onların sohbetine dahil olduğumda zamanın nasıl geçtiğini unuttum, tıpkı geçirdiğim şiddetli kasılmayı unuttuğum gibi.

Bir süre muhabbet ettikten sonra Lisa, Charles ve küçük Derek geldi. Onların ardından da yeni çiftimiz Lucy ve Alex’da geldi. Brandon herhalde toplantısını bitirememişti ki gelemedi. Saat akşam sekize geliyordu yemek masasını hazırlamaya başladık. Herkes yerlerine oturmuştu ki kapı çaldı. Gülümseyerek yerimden kalkıp kapıya baktığımda Brandon gelmişti. Genelde anahtarını kullanırdı, aslında sadece karnım daha da şişmeye başladığından beri anahtarını kullanıyordu, şimdi zili basmış olması biraz tuhaf gelmişti ama önemsemedim, muhtemelen geldiğini belli etmeye çalışıyordu.

“Sevgilim…” diye fısıldayarak bana sarıldı ve dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı.

“Hoş geldin. Tam zamanında geldin bizde şimdi yemeğe oturuyorduk.”

“Anahtarımı unutmuşum evde yoksa seni rahatsız etmek istemezdim. Ayrıca zamanlamalarımın ne kadar kusursuz olduğunu sen bilirsin,” diyerek göz kırparken karnımı okşuyordu. Gülümseyerek onu uzaklaştırdım ve elinden laptop çantasını alarak portmantonun yanına bıraktım. Brandon’da ayakkabılarını çıkardıktan sonra beraber yemek masasına doğru gittik.

“İyi akşamlar,” diyerek Brandon benim arkamdan geldi masaya. Ben yerime otururken Brandon yanımdaki boş sandalyeye oturmak yerine ayakta durdu.

“Hoş geldin Brandon, nasıldı toplantı her şeyi halledebildiniz mi?” diyerek George konuştu.

“Evet, her şey halloldu. Ben üzerimi değiştirip geliyorum. Siz başlayın.”

Brandon gülümseyerek herkese baktıktan sonra elini omzuma koydu ve göz kırptı. Brandon giderken bende kalkıp ona servis hazırladım. Birkaç dakikaya Brandon’da aşağıya inmişti. Hep beraber akşam yemeğimizi yedik. Ardından erkekler salona geçtiler bizde masayı toplamaya başladık. Aslında bana pek müsaade etmemişlerdi ama elimden geldiğince yardımcı oldum. Erkekler ellerinde şarap bardakları ile salonda sohbetlerine devam ederken bizde kahvelerimizle yanlarına katıldık. Bu gecelik kendime kahve içme izni verdim ki o an anladım ne kadar özlediğimi. Brandon bana uyarıcı bakış atmıştı ama görmezden gelmeyi tercih ettim.

Saat gece yarısına yaklaşırken herkes evden gitti böyle bir toplanmayı en kısa zamanda tekrarlama kararıyla. Uzun süre sonra aile tekrar bir aradaydı. Lucy ve Alex yokken her ne kadar bir araya geliyor olsak da onların yokluğu fark ediliyordu ve eksiliği hissediliyordu.

Yatmaya gitmeden önce salondaki bardakları mutfağa götürmem de Brandon yardımcı oldu daha sonra beraber Emily’nin odasına giderek onu kontrol ettik. Onunla ben hiç ilgilenememiştim. Genellikle ya Betie’nin ya da Lucy’in kucağındaydı. Zaten erken saatte de uyumaya başlamıştı.

Yatak odasına gittiğimizde Brandon banyoya girdi o sırada gün içerisinde yaşadığım kasılmalardan daha da şiddetli bir kasılmam oldu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp ellerimi kasıklarımda birleştirdim. Bir dakika kadar sürdüğüne eminim hiç bu kadar uzun sürmemişti. Kasılmam geçtiğinde hissettiğim bitkinlikle yatağa uzandığımda Brandon yanıma geldi.

“Ne oldu? Bir sorun mu var?” diye sorduğunda gülümsedim. İçine mi doğuyordu bilmiyorum ama ne zaman bir sıkıntım olsa fark ediyordu.

“İyiyim merak etme. Sadece yorgunum sıcak bir duş alıp yatacağım.”

“Tamam, bir tanem, ben yatıyorum.”


Brandon yatağa girdikten sonra bende banyoya gittim ve sıcak su bütün kaslarımın gevşemesini sağladığında rahatladım. Bütün yorgunluğum gitmiş üzerime bir rehavet çökmüştü. Bornozumu giyinerek banyodan çıktım. Saçlarımı hızlı bir şekilde fön makinesiyle kuruttum ve yatak odasından geceliğimi alarak üzerime giyindim. Hayatımda bir ilk yaparak bornozu yatak odasındaki sandalyenin üzerine bıraktım, normalde banyoya götürürdüm ama şuan bunu düşünmek istemiyordum. Yatağa girip Brandon’a sokuldum. Brandon bana sırtını dönmüş yatıyordu benim sokulmamı fark ettiğinde bana doğru döndü ve ben de ona sırtımı dönüp sırtımı göğsüne yasladım o da bana arkamdan sarıldı. Bu, karnım büyüyüp de Brandon’ın göğsünde yatamayacak ya da ona sokulamayacak hale geldiğimden beri yatış şeklimiz olmuştu.

Gece hissettiğim ıslaklık ile uyandım. Bacaklarımın arasında bir ıslaklık vardı. Kaşlarımı çatarak doğrulmaya çalıştığım sırada Brandon kımıldanarak gözlerini açtı.

“Ne oldu?” diye mırıldanarak gözlerini ovuşturdu.

“Yatak sanki ıslak gibi geldi,” diye mırıldanırken başucumdaki lambayı yaktım. Üzerimdeki pikeyi kenara iterek üzerimizi açtığımda Brandon’da yerinde doğrulmuştu. Geceliğimin ıslaklıkla bacaklarıma yapıştığı görünce inledim. Elimi karnıma koydum, doğum mu yaklaşmıştı ama hiç sancım yoktu ki?

“Neler oluyor Ashley?”

Brandon’ın sesindeki şaşkınlığı hissettiğimde bakışlarım ona döndü. Bakışlarını geceliğimin ön tarafına bacaklarıma kenetlenmiş ve kaşlarını çatmıştı. Benden cevap beklediğini biliyordum ama kafamı toparlayıp cevap veremiyordum ta ki Brandon bakışlarını bana çevirerek. Bakışlarında gördüğüm korku panik ve anlamamışlık karışımı duygularla kendime geldim.

“Doğum… Lanet olsun…”

Brandon benim sözlerimden sonra yataktan fırladı. Hızla üzerindeki pijamaları çıkarıp eşofman giyindi ve bana hırka uzattı ben onu üzerime giyerken dolabın yanında duran doğum için hazırladığımız çantayı alıp omzuna taktı ve belime sarılarak odadan çıkardı.

“Brandon, Emily?”

“Lanet olsun! Burada bekle hemen onu alıp geliyorum,” diyerek beni merdivenlerin başında bırakarak koşar adımlarla Emily’nin odasına girdi. Derin nefesler alarak elimi karnımda gezdirmeye başladım. Gün içerisinde hissettiğim kasılmalar bu yüzdendi sanırım, ama niye sancım yoktu ki. Emily’deki sancılarımı hatırlıyordum ve şimdi hiç sancım yoktu sanki gayet her şey normal gibiydi. O zaman niye suyum gelmişti ki? Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Lütfen Tanrım… Lütfen, yalvarırım her şey yolunda olsun lütfen… lütfen…

Brandon, Emily kucağında bir elinde telefonla odadan çıktı. Kimle konuştuğunu ne söylediğini anlamadım ki üzerinde de durmadım. Aklımda sadece Tanrı’ya yalvarmak vardı ki başka bir şey de yapamazdım zaten.

Arabaya binip de yola çıktığımız zamanı anımsamak mümkün değildi benim için. Bir an o kadar uzaklaşmıştım ki olduğumuz andan yeni yeni kendime geliyordum.

“Lanet olsun bilmiyorum hastaneye gidiyoruz şimdi. Evet, tamam gelince Emily’yi size götürürsün. Sağ ol Charles.”

Brandon’ın Charles’ı ne zaman aradığını bilmiyordum ama Emily’nin bizimle olduğu gerçeği ile yapılabilecek en iyi şey kızımızı Lisa’ya bırakmaktı.

“Brandon, seni endişelendirmek istemem ama korkuyorum…” diye mırıldanmamın ardından başımı koltuğa yaslayarak ona baktım. Telefonu vitesin yanına bırakarak elini elimin üzerine koydu ve bana güven verici bir şekilde gülümsedi.

“Her şey yolunda merak etme. Demek ki oğlumuz daha fazla içeriye durmak istemiyor. Her şey yolunda sevgilim endişelenip korkmanın anlamı yok. İlk doğumun da değil ne de olsa ne beklemen gerektiğini biliyorsun. Ayrıca sancılarının olduğunu gizlemeye çalışma senin için kolay olmadığı değişmez bir gerçek. Her ne kadar Emily’nin doğumunda yanında olamasam da eminim ki kolay bir şey değildir. Charles, Lisa’nin ne kadar çok sancısı olduğunu söylemişti. Ağlamak, bağırıp çağırmak istiyorsan yap! Kasma kendini.”

“Brandon, sus artık. Korkum da bu yüzden hiç sancım yok!”

“Ne?”

Brandon bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerindeki korkuyu fark ettim. Cesur ve güven verici bir şekilde sakin görünme çabası ardındaki korku gözlerinden okunuyordu ama şimdi bir söylediklerimin endişesi de yüz ifadesine yayılmıştı.

Ben hiçbir açıklama yapmadan Brandon hızını arttırdı ve biraz dakika içinde hastaneye geldi. Emily arabadaki hareketlilikle uyanmış etrafına bakınmaya başlamıştı. Brandon hızla arabayı acil bölümüne park edip önce benim kapımı açtı ben arabadan inerken Emily’yi kucağına aldı ve boşta kalan koluyla belime sarıldı.

Hastanenin içine girdiğimizde hemen hemşireler geldi yanımıza ben durumu açıklarken bir tekerlekli sandalyeye oturttular ve ardından kadın doğum servisinin oraya bir hemşire eşliğinde gittik.

Beni hemen muayene odasına aldıklarında Brandon kucağında Emily ile kapıda beklemeye başladı. Hemen sedyeye yattım ve o gece nöbetçi olan kadın doğum uzmanı ultrasonda baktı. Kaşlarını çatarak bir süre bakmaya başladı. Sessizliği sinir bozucu bir şekilde endişelendirmeye başlamıştı beni.

“Neler oluyor? Niye hiç sancım yok? Sorun ne?” Endişeme engel olmayarak sessizliği bozup konuştuğumda sesimdeki titremeyi engelleyememiştim.

“Endişelenmeyin bazı doğumlarda sancı olmuyor ve suni sancı veriyoruz. Sizin de öyle olacak. Doğum başlamış eğer sancılarınız olsaydı hemen sizi doğum haneye almıştık ancak şimdi mümkün değil. Hemşire hanım hemen sancı serumu takın. Normal doğum olmayacak sezaryen olacak çünkü göbek kordonu bebeğin boynuna dolanmış ama bu sizi endişelendirmesin doğumlarda sık rastlanılan bir durum.”

“Söylediklerinizden tek anladığım şey endişelenmem gerektiği!” diyerek sözlerinin arasına girdiğimde doktor bakışlarını bana çevirerek gülümsedi. Hemşire bu sırada yanıma gelip serumu taktı ve ardından doktor bir süre daha ultrasonda baktı.

“Sizi şimdi bir odaya alacağız. Doktorunuz arandı yarım saat içinde burada olur ve kendisi ilgilenecek sizin Bayan Veldone.”

Doktorun yardımı ile tekerlekli sandalyeye oturdum ve hemşire ile odadan çıkarken doktor da bazı evraklara bir şeyler yazıyordu. Odadan çıkınca Brandon endişeli bir şekilde yanımıza geldi. Kolumda seruma baktı kaşlarını çatarak. Ardından arkamda duran doktora dikti gözlerini.

“Bayan Veldone’ın eşi sizsiniz sanırım?”

Brandon doktorun sorusuna başını sallayarak cevap verince doktor onu odasına çağırdı ve beraber odaya girerlerken ben de bana hazırlanan odaya gittim. Hemşirenin yardımı ile yatağa yattığımda kadının rahatlatıcı tebessümü ile karşılaştım.

“İlk doğumunuz değil sanırım?” diye sorarken serumu askılığa takıyordu.

“Hayır, bir kızım var ve henüz on dört aylık.”

“Eşinizin kucağındaki bebek sanırım. Güvenin bana endişe edecek bir durum yok. Serumdan sonra sancılarınız başlayacak ve doğum yapacaksınız.”

“Beni rahatlatmaya çalışıyorsunuz, teşekkür ederim ama emin olun hiç işe yaramıyor.”

Hemşire gülümseyerek elimi sıkarak “Endişelenmeyin, herhangi bir sorun yok. Her şey normal…” dedi. Hemşire yanımdan ayrıldıktan birkaç dakika sonra Brandon geldi. Yalnızdı kucağında Emily yoktu kaşlarımı kaldırarak baktığımda yanıma gelene kadar konuşmadı. Gelip yatağın kenarına oturdu ve elimi ellerinin arasına aldı.

“Charles geldi ve Emily’yi götürdü. Sana da şimdiden geçmiş olsun diyor ve küçük yeğenini kucağına almayı bekliyormuş.”

Brandon’ın sözlerine gülümserken iç çektim. Uykusuzluk bastırmaya başlıyor ve gözlerim kapanıyordu. İç çektim ve gözlerimi açık tutmaya çalışarak direndim. Bu savaşımı Brandon fark etmiş olmalı ki gülümsedi ve eğilerek dudaklarıma bir öpücük koyarak kulağıma fısıldadı.

“Uyu, direnme, ben daima yanındayım unutma!”

Bir kez daha iç çekerek gülümsedim ve gözlerimi kapattım. Hemen uykuya dalacağımı tahmin etmezdim ama dalmıştım.

Birden hissettiğim sancıyla inleyerek ellerimi karnıma bastırdım. Kaşlarım çatılmış gözlerimi sımsıkı yummuştum.

“Ashley?” diye Brandon’ın fısıltısını uydum. Eli ellerimin üzerinde karnımdaydı. Sancı geçtikten sonra derin derin nefesler alarak gözlerimi araladığımda yalnızca Brandon’ın değil Betie ve George’un da burada olduğunu gördüm.

“Merhaba…” diye mırıldanarak gülümsedim onlara.

“İyi misin? Sancı mı?”

Brandon kimsenin konuşmasına fırsat vermeden endişeli bir şekilde konuşmuştu. Bir eli karnımdayken diğer eliyle saçlarımı okşuyordu. Sanki dünya umurunda değildi.

“Evet, sancıydı… Sanırım serum işe yarıyor. İyiyim şimdi…”

Konuşmamı henüz bitirmiştim ki bir sancı daha geldi ve ben de yan dönerek ayaklarımı kendime çekerek inledim. Brandon yanımdan ayrılmadan üzerime eğilmiş dudaklarını şakaklarıma bastırmış öpücükler kondurarak bir şeyler mırıldanıyordu. Demek ki Emily’nin doğumunda yanımda olsaydı onda da böyle olacaktı.

“Ben doktoruna haber vereyim,” diyerek Betie odadan ayrıldı.

“Brandon, sakin ol Ashley’ye nefes aldır. Şuan yapabilecek hiçbir şeyin yok kızı bir rahat bırak,” diyerek George üzerime eğilmiş bana kendince destek olmaya çalışan kocamı üzerimden çekti. Bir elini endişeli bakışlarını bana sabitleyerek saçlarının arasına daldırdığında doktorum içeriye girdi.

“Merhaba Bayan Veldone. Sanırım zaman geldi. Beyler izin verirseniz hastamı kontrol etmek istiyorum.”

Doktorun konuşmasından sonra George dışarı çıkmak içim hamle yaparken Brandon’ı da yanında götürdü ama Brandon’ın söylenerek dışarı çıktığının farkındaydım. Doktorum muayene için bacaklarımı araladığında gözlerimi kapattım. Her ne kadar bu tür kontrollerden utanmamam gerekse de kendime engel olamıyor utanıyordum. Bir kadın dahi olsa bacaklarımı açarak muayene olma fikri midemi bulandırıyordu.

“Ultrason sonuçlarını gördüm doğumunuzun sezaryen olmak zorunda. Şimdi doğumhaneyi hazırlamalarını söylüyorum, sizinle de bir hemşire ilgilenecek Bayan Veldone.”

Doktorun sözlerini dinlerken karnıma giren sancıyla yüzümü buruşturup tekrardan inledim. Doktorun odadan çıkıp Brandon’ın içeriye girdiğini fark etmedim. Yatakta kıvrılarak yatmış ellerimi kasıklarıma bastırıyordum. Sancıma o kadar odaklanmıştım ki çevremde olup biten hiçbir şeye odaklanamıyor, görmüyor, duymuyordum.

“Sabret sevgilim az kaldı,” diye Brandon’ın mırıltısını duyduğumda gözlerimi açıp ona baktım. Elini karnımdaki ellerimin üzerine koyduğunda gülümsemeye çalıştım ama pek beceremedim.

Hemşire gelip Brandon’ı çıkarana kadar o şekilde kaldık ama doğum için beni hazırlamaları gerektiğini söyleyerek Brandon’ı odada çıkardılar. Serum hala kolumda olduğu için ve henüz bitmemiş olduğundan biraz zorlanarak üzerimdekileri çıkardım.

Üzerimi değiştirdikten sonra beni sedyeye yatırdılar ve serumun akışını durdurarak kolumdan sancı serumunu çıkardılar, zaten gerek kalmamıştı ona yeterince sancım vardı. Sedyeyle odadan çıktığımızda Brandon hemen yanıma gelip elimi tuttu ve bizimle beraber doğumhaneye doğru yürümeye başladı. Bu sırada karnıma giren şiddetli bir sancıyla inlemem dudaklarımdan küçük bir haykırış gibi çıktığında Brandon’ın elimi sıktığını hissettim. Gözlerimi açarak ona baktığımda sıkılı dişlerimin ardından Brandon’ın gözlerinin içine bakarak konuştum.

“O lanet olası spermlerini benden uzak tut!”

Brandon’ın sırıttığını gördüğünde istemeden de olsa gülümsedim ama sancılarımdan dolayı bu gülümsemenin gözlerime ulaşmadığından emindim. Zaten Brandon’ın da bakışlarında endişe ve korku vardı sırıtması sadece dudaklarındaydı.

“Nedense bu sekiz ayın her gününde lanet olası spermlerimin vücudunda bulunmasından memnun gibiydin.”

Brandon’ın sözlerine gülümsedim ne de olsa doğru bir tespit yapmıştı. Ondan hamile olmak onun çocuğunu taşıyor olmak en gurur duyduğum şeylerdendi. Doğumhaneye yaklaştığımızın farkındaydım. Elimi tutan Brandon’ın elini kaldırıp dudaklarıma yaklaştırdım ve öptükten sonra gözlerine bakarak sancılarımın verdiği acı içerisinde fısıldadım.

“Seni seviyorum.”

“Bende seni seviyorum. Beni terk etmeyi aklından bile geçirme. Seni burada bekliyorum. Seni seviyorum…”

Brandon’ın sözlerinden sonra ellerimiz ayrıldı ve ben doğumhaneye girerken o dışarıda kaldı. İçeriğinin soğuğu ile titredim. Oradaki bir sedyeye yatırdılar beni ve kolumdaki kelebeğe yeni bir serum bağladılar. Hemşirelerden biri yanıma gelip ağzıma hava verdi. Bana gülümseyerek bakıyordu.

“Kız mı erkek mi?” diye sordu gülümsemeye devam ederken.

“Erkek…”

“İsim düşündünüz mü?”

“Hayır. Aslında ben eşimin ikinci ismini koymayı istiyorum…” Cümlemin devamı gelmedi kendimden geçmeye başladığımı hissederken gözlerim kapandı.


***

Çevremden duyduğum mırıldanmalara gözlerimi araladım. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırmamın ardından yatağın kenarında hissettiğim hareketlenme ve elime dokunan bir el ile gözlerimi biraz daha araladım. Karşımda bana gülümseyerek bakan gözleri parıldayan Brandon vardı. Sanki bir mucizeye tanık olmuş gibi bakıyor ve bakışlarından aşk akıyordu. Gülümseyerek elimdeki elini sıktığımda boşta olan eliyle saçlarımı okşadı. Eğilerek dudaklarıma bir öpücük bıraktı ardından başını boynuma gömdü. Derin bir nefes alarak onun kokusunu içime çektim. İçinde bulunduğu duygu yoğunluğu anlıyordum ve aynılarını bende yaşıyordum. İkinci doğumumdu ve belki bu duyguya alışmış olmam gerekirdi ama dünyaya bir canlıyı getirebilmek bence mucizenin kelime anlamıydı.

“Teşekkür ederim,” diye Brandon’ın mırıltısına başımı çevirip yanağına öpücük kondurduktan sonra yanıtladım.

“Neden?”

“Bana ikinci bir evlat verdiğin için,” derken başını kaldırıp bana baktı. Onun ciddiyetin içine aşk karışmış bakışlarına gülümseyerek karşılık verdim.

“Tek başıma yapmadığımı söylememe gerek var mı? Yoksa biraz biyoloji dersine mi ihtiyacın var.”

“Lanet olası spermlerimi senden uzak tutmamı istediğinde biyoloji dersine ihtiyacım olduğunu düşünmüyordun değil mi?”

Brandon yatakta doğrulup yan oturdu ve bakışlarını bana diktiğinde yüzünde sırıtma vardı. Bakışlarımı etrafıma çevirdiğimde odada yalnız olduğumuzu fark etmenin rahatlığı ile mırıldandım.

“Ben asla öyle bir cümle kurmam!”

“Tam doğumhaneye giderken bana aynen ‘O lanet olası spermlerini benden uzak tut’  dediğini hatırlatmama gerek var sanırım…”

“Tamam, belki söylemiş olabilirim ama yani sonucunda hasta psikolojisi…”

“O lanet olası spermleri senden uzak tutacağım ama kendim için aynısını söyleyemem…” derken üzerime doğru eğilip dudaklarıma ateşli bir öpücük kondurdu.

“Oğlumuz nasıl?” diye mırıldandım Brandon dudaklarımızı ayırdığında.

“Durumu iyi, şimdi bebek odasında senin uyanmanı bekliyorlar emzirmek için. Gidip hemşireye söyleyeyim de getirsinler oğlumuzu. Çok yakışıklı şimdiden söyleyeyim ve aynı bana benziyor,” derken kapıya yanaşmıştı. Kapıyı kapatmadan ban göz kırpıp odadan çıktı.

Yatağı biraz dikleştirerek arkama yastıkları koydum kolumda serum takılıydı ve kol hareketlerimi biraz engelliyordu ama önemsemedim. İçimdeki heyecan çok farklı bir duyguydu. Sanki anneliği ilk kez tadacakmışım gibi hissediyordum ama kısmen bu duyguları ilk kez tadıyordum. Ne Emily’yi emzirebilmiş ne de onun hastane ile karışık kokusunu içime çekip doğumdan sonra ona sarılabilmiştim. Yine de kızımın yanımdaki varlığından geç de olsa mutluluk doluydu kalbim.

Brandon odaya girdiğinde gülümsüyordu. Yanıma gelip tekrar yatağın üzerine oturduğunda cebinden mavi bir kurdele çıkardığında güldüm. Saçlarımı geriye atarak kurdeleyi başıma bağladığında gözlerinde tatmin bir gülümseme vardı.

“Şimdi doğum yapmış bir kadına benzedin.”

“İki dakika önce benzemiyor muydum?” diye mırıldandım bir elimle hala şiş olan karnımı göstererek.

“Kocana itiraz etme bakayım yoksa o lanet spermlerin tasmalarını çözerim,” dediğinde kahkaha attım.

“Brandon kapat artık o konuyu lütfen. Emily nasılmış hiç konuştun mu Lisa ile? Mızıklanmış mı?”

“Hayır çok iyiymiş. Deliksiz uyumuş, ilaçlarını da Charles evden götürdü zaten Lisa ilgileniyor rahat ol sen düşünme Emily’yi.”

“O benim kızım Brandon nasıl düşünmem.”

“Şşş… Biraz önce kocana karşı çıkma demedim mi ben sana… Hem senin ilgilenmen gereken bir oğlun var ve kendinle de ilgilenmelisin. Anlıyorum Emily için endişelisin ama o emin ellerde merak etme. Hem diğerleri de gelir birazdan aşağıya kahvaltı yapmak için gitmişlerdi.”

“Sen bir şeyler yedin mi?”

“Aç değilim. Önceliğim karım ve oğlu onlar doyursunlar karnını ondan sonra yerim. Hemşire birazdan geleceğini söyledi. Sen nasılsın ağrın falan var mı?”

“Biraz, ameliyat yeri acıyor o kadar bir de hafif bir baş ağrısı var.”

“Narkozdandır muhtemelen. Biraz daha uyumak istersen eğer hemşire ile konuşabilirim.”

“Hayır! Oğlumu görmek istiyorum. Hem ona isim de düşündüm. Senin ikinci adın Anthony olsun. Zaten sen bu ismi kullanmıyorsun da…” diye mırıldandığımda Brandon’ın yüzünden önce bir şaşkınlık ifadesi geçti ardından da gülümsedi minnettarlıkla.

“Beni bu kadar sevecek bir kadını hak edecek ne yaptım bilmiyorum…” diye mırıldanarak dudaklarıma eğildiğinde kapı çaldı.

Hemen Brandon geri çekildi ve hemşire içeriye girdi. Mavi bir tekerlekli beşiği iterek içeriye girdi hemşire. Brandon kadına yardımcı olarak kapıyı açıp kapattı. Hemşire önce serumumu kontrol etti sonra da elindeki eldivenleri çıkararak oğlumu beşikten alarak bana verdi. Kucağıma oğlumu yerleştirirken nefesimi tutmuştum. Hemşirenin yardımı ile nasıl emzireceğimi ve nasıl tutmam gerektiğini öğrendim. Daha sonra hemşire bebeği emzirdikten sonra beşiğe koymamızı söyleyerek odadan ayrıldı. Ben oğlumu emzirirken Brandon köşede durmuş bizi izliyordu. Gözlerimiz kesişince gülümseyerek bana yaklaşmaya başladı. Yatağın kenarına oturdu tıpkı Emily’yi ilk gördüğünde yaptığı gibi parmaklarının ucu ile oğlumuzun yanağını okşadı. Oğlum bir elini çıplak göğsüme koymuş karnını doyurmakla meşguldü. Bir an gözlerini açıp baktı ama sonra tekrar kapattı.

Brandon yüzünde küçük bir tebessüm ile avucunu yanağıma bastırdı. Hissettiğim duygu yoğunluğundan dudaklarımda eksik olmayan gülümseme ile başımı eğip Brandon’ın avucuna bastırdım. Brandon öne eğilip alnıma öpücük bıraktı ve gözlerimin için bakarak fısıldadı.

“Seni seviyorum…”

“Bende seni seviyorum…”

Ona verilecek en uygun cevabım buydu ve şuanda onun gözünde ben ve oğlum dünyanın en güzel resmiydik. Tıpkı benim için Brandon’ın Emily’yi kucağına aldığı zaman oluşan tablo gibi…


~~~~~~~~~~~~~~*~~~~~~~~~~~~~~

5 yorum :

  1. Allah'ım işte bu. Çok güzel olmuş. Sona yaklaştık ha. İnanamıyorum. İyi ki bulmuşum seni, Çiğdem'i' ve hikayelerinizi. Sağ olun :)
    Ellerine, yüreğine, kalemine sağlık. . .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nevin, canım benim bende iyi ki hayatımıza girmişsin diyorum :) Desteğini her daim hissetmek cidden paha biçilemez :))

      Çok teşekkür ederim :)

      Sil
  2. Huzur dolu bi bölümdü bayildim ayni zamanda acayipte guldum nalet olasica sperm mi genelde kedinlar doğuma girerken bu kadar nazik olmazlar kocalarina karsi ama neyse sona yaklaşmakta canimi sıkmıyo değil hesaplarima gore haftaya final ki işallah yanlis hesaplamisimdir eee her güzel şeyin bi sonu var tabi ;) ;) ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaaa ben Brandon'a kıyamadım hem de nedense Ashley'e daha sert sözleri yakıştıramadım o yüzden de dedim bu kadar yeter :D evet önümüzdeki bölüm final yanlış hesaplamamışsın :)

      Teşekkürler desteğin ve yorumun için :)

      Sil
  3. Blog keşif etkinliğinde geliyorum sayfanızı gfcden izliyorum bana da beklerim :)
    http://kirmiziruganayakkabilarim.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın