31 Aralık 2014 Çarşamba

12 Sıradan Bir Hayat - 27. Bölüm



Bir hafta boyunca Brandon işe gitmedi, bende evde pek bir şey yapmasına izin vermedim. Genellikle istirahat ederek geçirdi zamanını. Charles arada bir gelip iş konuştu onun haricinde pek gelmemeye çalıştı ki bunu bizde onayladık. Sonucunda evde bir bebeği vardı ve ona bulaşırsa hastalık daha sonrada küçük Derek’e de bulaşabilirdi. Bunun haricinde neredeyse her gün aradı ve Brandon’la saatlerce konuştu. Diğerleri çok daha sık ziyaret etti. Betie günde iki kez gelirken diğerleri her akşam iş çıkışında uğrayıp Brandon’ın nasıl olduğuna baktılar.

Brandon bir haftanın sonunda artık iyice toparladı ki evde can sıkıntısından benimle uğraşarak geçirdi zamanını. Yok, karnım çok büyümüş, yok çok kilo almışım da yanaklarım tombul tombul olmuş, yok hamilelik beni çirkinleştirmiş… Her saat neredeyse bu gibi dalga geçmeleriyle uğraştım. Arada trip atmaya kalktığımda da şaka yaptığını söyleyip kendini affettiriyordu. Aslında farkındaydım şaka yaptığının. Can sıkıntısından uğraşacak bir şeyler arıyordu. Onu daha ne kadar evde tutabilirdim bilmiyordum, ama tamamen iyileştiğinden emin olmadan da işe göndermek istemiyordum.

Mutfaktan kendim için taze sıkılmış meyve suyu aldım ve Brandon’a da onun isteği üzerine kahve götürdüm. Filme dalmış izliyordu ve onu rahatsız etmemek için sessizce girdim salona ve kahveyi önüne koyduktan sonra tekli koltuğa oturmak için hamle yaptığımda Brandon oturduğu çiftli koltuğun arkasına kolunu uzatarak koydu. Bu bir davet miydi anlamadım, ama önemsemeden gülümseyerek yanına oturdum. Onun kolunun omzuma koyması üzerine bir davet olduğunu çıkardım. Elimde meyve suyumla filmi izlemeye başladım. Filmin konusunu tam olarak anlayamadım çünkü çok fazla kan vardı ve ben genellikle o sahnelerde kaçınmak için televizyona bakmıyordum.

Gece yarısına doğru Brandon’ın ilacını getirmek için yerimden kalktım ve bu sırada boşalan bardakları da aldım. Bardakları yıkayıp tezgaha bıraktıktan sonra Brandon’ın ilacını götürdüm. Yanağından öptüğümde bana gülümsedi.

“İyi geceler, ben yatıyorum.”

“Tamam, sevgilim. Film bitsin bende gelirim,” diye cevap verdi Brandon. Dudaklarına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra salondan yukarıya odamıza çıktım.

Gözlerimi kapatmamla uykuya daldım.

Gözlerimi açtığımda Brandon’ın kolları arasındaydım. Gece yatağa geldiğini duymamıştım. Aslında Brandon’ın evde olduğu günler çok yorulduğum değişmez bir gerçekti. Biraz daha dinlenebilmek ve keyif yapabilmek umuduyla yerimde kaldım. Gözlerimi tekrardan kapatıp yan döndüğümde bir iç çekme duydum.

“Kalkmayacak mısın?” diye Brandon’ın sözleriyle gözlerimi açtım. Gözlerini bana dikmiş bakıyordu.

“Sadece biraz daha uyumak istiyorum.” Brandon rahat durmayarak bana yanaştı ve yanaklarımdan başlayarak boynuma doğru öperek indi. Yerimde kıpırdandım ve Brandon’a arkamı döndüm; ama bu onu engellemedi. Boynumdaki dudakları omuzlarımda dolandı bir süre, ardından iç çekti.

“Ama ben acıktım… Hasta bir kocan var hanım efendi hiç ilgilenmiyorsun benimle.”

“Senin de hamile bir karın var beyefendi, çocuk gibi ilgi istiyorsunuz. Bir ara aklınıza hamile olduğum gelirse siz bana ilgi gösterin. Çünkü bu bir haftadır ben size çok fazla ilgi gösterdim,” dedim esneyerek. Brandon kaşlarını çatarak beni sırt üstü yatırdı ve üzerime eğilip dudaklarımdan öptü. Ardından tek taraflı dudakları kıvrıldı.
“Siz kocanızın karnını doyurun ve tabi küçük prensesimizin de sonra kocanız sizi ve küçük prensesinizi gezmeye götürsün. Bütün bir hafta evdeydin senin de biraz hava almaya ihtiyacın var.”
İtiraz etmek için ağzımı açtım ama dudakları ile beni susturdu. Birkaç saniye sonra dudaklarımızı ayırıp başını yastığa koydu ve dudaklarını şakaklarıma dokundurdu.

“Hava çok soğuk, pek gezmemiz mümkün değil…”

“Sinemaya gideriz, oradan çıkınca bir şeyler yeriz, sonra biraz alışveriş yaparız.”

“Tamam… Siz nasıl isterseniz kocacığım…”

Brandon sözlerime kahkaha atarken ben kollarından sıyrılıp yataktan kalktım. Bu biraz zor olmuştu ama artık koca bir karınla hareket etmeye alışmıştım. Üzerime sabahlığı aldım ve elime aldığım tokayla saçlarımı topladım. Brandon yataktan kalkarken bende odadan çıktım ve mutfağa gittim. Kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Brandon’da üzerine tişörtünü giyip yanıma geldi ve kahvaltıyı hazırlamama yardım etti. Ardından beraber sohbet ederek ve gülüşerek kahvaltımızı yaptık. Yine beraber topladıktan sonra yukarıya çıktık. Yatağı Brandon’ın topladığını görmek dudaklarımda bir gülümseme oluşturmuştu.

“Pek beceremedim ama idare eder.” Brandon arkamdan sarılıp ellerini karnıma koydu. Başımı arkaya atıp omzuna yasladım.

“Teşekkürler sevgilim. Ben banyoya gireceğim ardından hazırlanır çıkarız olur mu?”

“Banyoda yardıma ihtiyacın var mı?” diye sordu sabahlığımın ipini çözerken. Elimi elinin üzerine koyup durdurdum.

“Brandon, doktor bunun…”

“Biliyorum… Biliyorum. Ben gerçekten yardımı kastettim. Karnın kocaman ve zorlanabilirsin.” Sözlerine karşılık hafiften dirseğimle karnına vurdum. Kollarından çıkıp banyoya giderken arkamdan seslendiğini duydum.

“Acıdı! Size hiç yakıştıramadım hanımefendi… Kocaya el kalkmaz!”

Konuşurken bile güldüğü sesinde belliydi ki banyoya girip kapıyı kapattığımda kahkaha sesini duydum. Gülümseyerek suyu açtım ve üzerimi çıkardım. Sıcak suyla duşumu aldıktan sonra bornozumu giyip banyodan çıktım.

Odaya girdiğimde Brandon odada yoktu ama pijamalarını çıkarmış yatağın kenarına bırakmıştı. Üzerini giyinmiş demek ki. Bende dolaptan yeni aldığım hamile pantolonlarından birini alıp giyindim ve üzerime de robadan bol bir bluz giyindim. Saçlarımı kurulayıp fönle kuruttum ve topladım. Nedense açık saç kullanamaz hale gelmiştim. Sanırım hamilelik hormonlarının etkisi vardı bunda.


Yol boyunca radyodan gelen müziği dinledik. Alışveriş merkezine gelince Brandon arabayı katlı otoparka park etti ve indikten sonra alışveriş merkezine girdik. Sinemaların olduğu kata çıkarken etraftakilerin bize bakışlarından garip bir rahatsızlık duydum.

“Herkes niye bize bakıyor?” diye mırıldandım Brandon’a dönerek.

“Böyle güzel bir kadına sahip olmanın yanında ondan çocuk sahibi de olacak olmama bakıyorlardır.” Diyerek dalga geçerken kolunu omzuma attı.

Kaşlarımı çatarak, “Ciddiyim,” dedim.

“Gayri ihtiyari bakmışlardır sende onların bakışını yakalamışsındır hayatım. Gayet normal görünüyoruz.”

“Tabi sen aşırı yakışıklı görünürken bende bir o kadar çirkin görünüyorum. Hiç yanıldığımı söyleme. Hamilelik beni çirkinleştirdi.”

“Hayır, hamilelik senin hormonlarını alt üst etti ve kendine güvenini zayıflattı. Emin ol dünyanın en çirkin kadını gibi bile görünsen umurumda değil. Seni seviyorum Ashley ve nasıl göründüğün benim için önemli değil. Hem sen şuanda benim küçük prensesime hamilesin bu da görünüşünden memnun olmamın en büyük sebebi.”

“Prensesini taşıyor olmam mı yoksa erkekliğinin kanıtı mı? Hani ego meselesi?”

“Teknik olarak… Sanırım ikisi de!”

Brandon beni kendine çekerek alnımdan öptü. Kolumu beline doladım ve o şekilde yürüyen merdivenlerden üst kata çıktık. Film afişlerine bakarak romantik komedilerden birinde karar kıldık. Brandon biletleri aldıktan sonra salona girdik ve filmin başlamasını bekledik.

Film bittikten sonra bile ben hala filmdeki aşkın etkisindeyken Brandon sanki sıradan bir filmmiş gibi bir tavırdaydı. Koluna girip mağazaların önünde yürürken Brandon’ın bir bebek mağazası arayışı içinde olduğunun farkındaydım. Giyim mağazalarından birine girdik ve bana kalın birkaç hamile elbisesi Brandon içinde gömlek aldıktan sonra yemek yemek için restoranlardan birine girdik. Brandon ikimiz yerine de sebze yemekleri söyledi.

Yemeklerimizi yedikten sonra beraber alışveriş merkezinden çıkıp eve gittik. Kendimi inanılmaz yorgun hissediyordum, bunun için de hemen üzerimi değiştirip yatağa girdim. Fazla ayakta durmaktan ayaklarım bile şişmişti. Brandon’a yanıma yattı ve beni kollarının arasına alarak sarıldı. Gözlerimi kapatmadan önce Brandon’ın o erkeksi kokusunu içime çektim.

***

Yatağa oturmuş kocamın hazırlanmasını izliyordum. Artık tamamen iyileşmişti ve çalışmaya da başlamıştı. Zaten iyileşmesi için bir hafta evde zor tutabilmiştim, şimdi yine işe geri dönmüş, akşamları geç gelmeleri başlamıştı. Ama nedense bu gece için içimde garip bir huzursuzluk vardı.

“Ashley surat asma. İş yemeği. Anlaşmayı imzaladık ve bunu kutlayacağız,” diye bana bakarak kaşlarını çattı Brandon.

“Özür dilerim,” diye mırıldandım ve başımı önüme eğdim. Brandon’ın önüme geldi ardından yanıma oturdu. Parmağını çeneme koyarak başımı kaldırdı.

“Sevgilim, sadece bir iş yemeği bir nevi iş toplantısı gibi… Lütfen, bu gece beraber yemek yiyemeyeceğiz evet bunun için üzgünüm. Bir gecelik idare edeceğiz artık.”

“Geç mi gelirsin?”

“Bilmiyorum… Ama sen yine de beni bekleme.”

Dudaklarımdan öptü ve yataktan kalktı tekrardan. Takım yerine daha spor giyinmek istemişti. Koyu renk kotunu üzerine gömlek ve spor bir ceket giymişti. Yine de çok yakışıklıydı… Ama bunun yanında ayrı bir çekici görünüyordu. Ve sanırım biraz da seksi…

En son olarak parfümünü de sıktı ve ardından beraber odadan çıktık. Aşağıya indiğimizde arabanın anahtarını aldı ve ayakkabılarını giyindi. Dudaklarıma bir öpücük daha kondurdu ve elini karnıma koyarak okşadı. Sonra da gitti.

Brandon’ın arkasından kapıyı kapattıktan sonra salona gittim ve onun arabayla sokaktan ayrılmasını izledim. Ardından iç çekerek mutfağa gittim ve hazırladığım yemekleri ısıttım. Aslında hepsi zaten sıcaktı bunu fark edince altlarını söndürdüm ve biraz salata yaptım. Ardından kendim için masayı hazırladım ve bir şeyler yemeye çalıştım. Nedense canım yemek istemiyordu. Sonucunda alışık da değildim zaten akşamları yalnız kalmaya… En azından Brandon’la beraberliğimizden ve özellikle evliliğimizden sonra hiç yalnız kalmamış ve akşam yemeğini yalnız yememiştim. Aslında önceden hep yalnız yerdim… Yalnızlığımla mutluydum ama nedense bu Brandon ile değişmişti. Derin bir nefes alarak elimi karnıma koydum.

“Biliyor musun kızım? Baban hayatımın çok büyük bir kısmını kaplıyormuş. Onsuz çok yalnız hissediyorum.”

Sanki küçük bebeğim sözlerimi anlamış gibi karnımı tekmeledi. Güldüm buna. Kahkaha sesim mutfakta yankılanırken, gülmeme gelip ne oldu diyen bir ses bekledim. Ama iç çekerek o sesin evde olmadığını fark ettim. Şu anlaşmanın peşinde koştuklarından beri toplantılarla başlayan eve geç gelmeleri artık iş nedeniyle devam ederdi sanırım.

Önümdeki yemeği zorla da olsa bitirdim ve masayı toplayıp bulaşıkları makineye dizdim. Ardından salona gittim ve DVD’ye film takıp izlemeye başladım. Bir süre sonra üzerimdeki hamile elbisesi rahatsız etmeye başlayınca film durdurdum, gidip üzerimi değiştirip eşofman ve karnıma yapışmayan bol bir tişört giydim. Salona gidip filmin devamını izlemeye başladım. Film bittiğinde bende esnemeye başlamıştım. Mutfaktan aperatif yiyecek bir şeyler hazırladım. Can sıkıntısından kendimi yemeye veriyordum. Salona gittiğimde DVD’yi çıkardım ve televizyonu açtım. Televizyondaki dans yarışmalarından birinde kaldım ve izlemeye başladım. Can sıkıntısı insana neler izletiyordu. Bir süre sonra telefonum çalmaya başladı. Sehpadan aldım ve baktığımda Brandon arıyordu. Gülümseyerek açtım telefonu.

“Sevgilim?”

“Bir tanem nasılsın? Aklım sende kaldı,” diyerek konuşmaya başladı. Sesinden de belliydi beni düşündüğü.

“Ben iyiyim. Merak etme. Televizyon izliyordum. Sen ne yapıyorsun? Nasıl gidiyor yemeğiniz?”

“İyi… Sen yedin mi bir şeyler?”

“Merak etme sevgilim. Biz iyiyiz. Sen eğlenmene bak.”

“Sensiz ne eğlence ya…” iç çektiğini duyduğumda sıkıntılı bir şekilde, “Pekâlâ, görüşürüz,” diye mırıldandı ardından daha emin bir ses tonuyla ,“seni seviyorum,” dedi.

“Bende seni seviyorum Brandon.”

Telefonları kapamamıza rağmen sanki tekrar arayacakmış gibi elimde tuttum telefonumu. Birkaç saat yüzümde gülümsemeyle televizyonu izlemiştim. Ama bu süre zarfında telefon hiç çalmayınca sehpanın üzerine bıraktım ve Brandon’ın çalışma odası olarak kullandığı odaya gittim. Raflardaki kitaplara göz gezdirdim ve aralarından birini aldım. Aşk romanı olmamasına dikkat etmiştim. Zaten yeterince duygusaldım hamilelik dolayısıyla, daha fazlasına ihtiyacım yoktu. Bu yüzden Brandon en son okuduğu, birkaç gün önce bitirmiş olduğu, kitabı aldım ve masanın üzerinde adlarımızın yazılı olduğu bir ayraç aldım. Salona gidip televizyonu radyo kanallarından birine aldım. Sakin, ruhumu dinlendirecek ve kitap okumama engel olmayacak müziklerin çaldığı bir kanalı açtım. Kitabın kapağını açıp okumaya başladım.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum, ama esnemeye başladığım zaman ayracı kitabın arasına koydum ve kapattım. Duvardaki saate baktığımda gecenin ikisi olmuştu. Daha fazla uyanık kalmaya dayanamadım ve kitabı sehpanın üzerine bıraktım. Ardından Brandon’ı aramak için telefonumu elime aldım. Çaldı… çaldı… ama cevap veren olmadı. Sanırım duymadı. Telefonumu yanıma alarak yukarıya çıktım ve üzerime geceliğimi giyindim. Yatağa girmeden önce tekrardan aradım. Yine açan olmadı. Sanırım duymuyordu telefonumu. İç çekerek yatağa girdim ve gözlerimi kapatarak uykuya dalmaya çalıştım. Ama bu yatak sanki beni rahatsız hissetmiş gibiydi bu yüzden uykuya dalmam uzun süre aldı. Bu evdeki her şey Brandon’sız boş gibiydi!

Sabah gözlerimi açtığımda başımı refleks olarak yana çevirdim ve yatakta Brandon’ı aradım. Ama yoktu. Yastığında yattığına dair bir iz bile yoktu. Bugün cumartesiydi. İşe gitmiş olma olasılığı yoktu. Yatakta doğruldum ve telefonumu elime aldım. Tekrardan aradım. Uzunca çaldırmamın sonunda telefon açıldı.

“Yoldayım! Eve geliyorum.”

“Tamam,” diye fısıldadım. Duyduğundan emin değildim, çünkü hemen kapatılmıştı telefon. Bu tepkisine şaşırdım. Sesi de kötü bir şeyler olmuş gibiydi.

Uzunca bir süre yatakta kaldıktan sonra kalktım ve dolaptan yeni aldığım hamile elbiselerinden birini giyindim ve saçlarımı da toplattım. Aşağıya inip kahvaltı hazırlamaya başladım. Brandon yeni eve geliyor dahi olsa aç olma olasılığı yüksekti Ki gece uyumadığı düşünülürse bir şeyler yedikten sonra yatabilirdi.

Kahvaltıyı hazırladım ve masaya oturup Brandon’ın gelmesini bekledim. Yarım saate kadar gelmişti. Kapıyı heyecanla açtığımda Brandon ceketini eline almış, gözleri kızarmış ve yorgun görünüyordu.

“Hoş geldin. Nasılsın?” diyerek kapıdan geri çekildim. Brandon içeriye girince kapıyı kapattı ve ayakkabılarını çıkarırken mırıldandı.

“İyiyim. Duş alıp uyuyacağım,” diyerek yukarıya çıkmak için yanımdan geçti. Bana sarılmadı, öpmedi veya her seferinde yaptığı gibi kızımıza da dokunmadı. Refleks olarak elim karnıma gitti ve arkasından baka kaldım. Bir problem vardı… Bu kesindi. Peşinden yukarıya çıktım. Odaya girdiğimde Brandon banyoya girmişti. Su sesleri geliyordu. Rastgele yatağa bıraktığı gömleğini aldığımda farklı bir koku aldım. Burnuma yaklaştırdığımda kokunun Brandon’ın parfümünden farklı olduğunu fark ettim. Bu koku daha çok… kadınsı… bir kokuydu. Ama iş toplantısıydı sonuçta, kadınlar olacaktı illaki. İçimdeki garip huzursuzluğu hiçe sayarak iç çektim ve pantolonu alırken gömlekteki kırmızı lekeler dikkatimi çekti. Ellerim titremeye başlamıştı… Kaşlarımı çatarak gömleğin yakasına baktığımda yaka kısmının ucunda açık kırmızı bir leke vardı. Elimi lekenin üzerinde gezdirdim. Gözlerimi kapattım ve derin derin nefesler almaya başladım. Bu sırada Brandon banyodan çıktı. Başımı çevirip baktığımda belinde havlu ile odaya girmişti. Gözlerimiz kesiştiğinde hep yaptığını yapıp göz kırpmadı veya gülümseyip kollarını açmadı, sadece bakışlarını kaçırdı. Sadece… bakışlarını kaçırdı.

“Dün gece eve gelmedin… Bir otelde mi kaldın? Çok uykusuz görünmüyorsun?” diye mırıldandım. Sesim titrek çıkmıştı. Ellerimin titremesini durduramadığım gibi duyacaklarımdan da korkmaya başladım.

“Evet, saat geç olmuştu, alkolde almıştım eve gelemedim,” diye cevap verirken dolaptan eşofman çıkardı kendine ve üzerini giyindi. Bende daha fazla ayakta duramadığımı hissediyordum ve yatağa oturdum. Brandon’ın sarhoş olacak kadar içtiğini tek hatırladığım an… New York’ta benimle geçirdiği geceydi. Bu düşüncelerle gömleği tuttuğum elimi ona uzattım. Bakışlarımı sırtına sabitledim. Altına eşofmanını giyinmişti ama henüz üzerine bir şey giymemişti.

“Yanında bir kadın vardı…” dediğimde kımıldamadan durdu. Ardından yavaşça bana döndü ve elimdeki gömleğe baktı. Bakışlarımız kesiştiğinde gözlerinde suçluluğu gördüm. O an gözümden yaşlar süzülmeye başladı. Kabul edemedim. Kabul edilecek gibi değildi. Hayır, bunu yapmış olamazdı… Benim Brandon’ım başkasıyla olmuş olamazdı… Beynim inkâr edercesine haykırıyordu, ama dün gece eve gelmedi, otelde kaldığını kendi söyledi. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken başımı hafifçe yana eğdim. Beynimin söylediği gerçeğe kalbim inanmıyordu. Yapmamıştı… ya yapmışsa… hayır… ben ona güveniyordum… ama mantığım galip gelmişçesine sesli bir şekilde dışarıya vurdum.

“Bunu gerçekten yaptın?” diye mırıldandım gözümden süzülen yaşlarla, gömleği elimden bıraktım. O yere düşerken bir elimi karnıma koyduğum için diğer elimi kullanarak akan gözyaşlarımı sildim.  Brandon’ın hiçbir şey demeden sadece başını önüne eğip durması kabul etmesi anlamına geliyordu. Bunu başka türlü yoramazdım…

“Beni yalnız bırakır mısın?” Sesim boğuk çıkmıştı. Ellerimi karnıma koydum ve gözlerimi kapatarak başımı önüme eğdim. Ayak sesleri duydum ama gidiyordur diye başımı kaldırmadım.

“Ashley…” diye sesini duydum ardından ellerimin üzerinde ellerini hissedince gözlerimi açıp ona baktım.

“Yalnız kalmaya ihtiyacım var…” Gitmesini istedim. Beni yalnız bırakmasını… tıpkı dün geceki gibi…

“Özür dilerim… Binlerce kez özür dilerim…”

Ellerimi ellerinden kurtardım ve ayağa kalktım. Odanın kapısını açtım onun gitmesi için. Bakışlarını gözlerimden çekmedi bir süre ardından başını önüne eğerek çıktı. Kapıyı sessizce kapattım ve yatağa gidip içine girdim. Göz yaşlarımı akıtmamak için kendimle olan savaşımı kaybettim.
Ne kadar süre ağladım bilmiyorum. Ama artık sakinleşmem ve ne yapacağıma dair karar vermem gerekiyordu. Neye karar veriyordum ki? Brandon’ın başkalarıyla olmuş olmasını kaldırabilecek miydim? Hayır! O zaman… Ne diye düşünüyordum ki?

Yataktan kalktım ve banyoya gidip yüzümü yıkadım. Ardından odaya dönüp küçük spor çantalarından birinin içine birkaç parça eşyamı koydum. Ardından bebek odasına girdim ve bebeğim için birkaç bir şey aldım ve onlarla odaya dönüp onları da yerleştirdim. Tuvalet aynasından lazım olabilecek her şeyi kol çantama koydum. Cüzdanımı ve pasaportumu da koydum. Sanırım hayatıma kızımla beraber yeniden başlamam gerekecekti. Geldiğim yerde… Ellerimi karnıma koyup iç çektim. Nasıl bir hayat düşünmüştüm bundan sonrası için ama Tanrı’nın benim için planları nelermiş…

“Sanırım New York’a geri dönüyoruz kızım…” diye mırıldandım karnımı okşarken. Aynada kendime baktığımda gözleri kızarmış, yorgun bir yüz gördüm, ama bu gözlerde aynı zamanda yeni planlar ve kararlar vardı ya da şimdilik yapılabilecek en acil kararlar…

Yatağın üzerine oturdum ve kapının önünde duran çantaya baktım. Sessiz yakarışlar, çığlıklar halinde akan gözyaşlarımı iç çekişleri ile bıraktım. Bu acı içime sığmıyordu, kalbim buna dayanamıyordu. Bakışlarımı çantadan uzaklaştırarak yatağın üzerinde duran elime baktım. Yatağın… Bizim yattığımız yatağın… Beraber olduğumuz… Sarılarak uyuduğumuz… Tam anlamıyla her şeyi paylaştığımız… Bedenlerimizi paylaştığımız yatağın…

Sinirle yatağın üzerinden kalktım ve ellerimle yatak örtüsünü çekerek yatağı dağıttım. Yatağın üzerinde ne varsa yere attım. Hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Kendimi sakinleştiremiyordum bir türlü. Bu acıyla başa çıkamıyordum. Yere çöktüm ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim.

Kapının açılıp duvara çarpma sesiyle yerimde sıçradım ve başımı kaldırıp buğulanmış gözlerimle baktım. Brandon endişeli ama suçlu gözleriyle bana bakıyordu… suçlu gözlerle… Bu görünüşü daha fazla ağlamama ve kalbimin her bir parçasının bir kez daha kırılmasına neden oldu.

Ağır adımlarla yanıma geldi ve önümde eğildi. Elini uzatıp yanağıma dokundu. Başımı çevirmek istedim, bana dokunma demek… Ama yapamadım. Şuanda onun dokunuşlarına, her şeyden önce ona o kadar çok ihtiyacım vardı ki. Başını eğip omzuma yasladığında kollarımı ona dolamak için uzattım ve kollarına dokundum. Bu dokunuşumdan aldığı cesaretle boynumdan öptü. O an başka bir kadına dokunmuş olduğunu hatırladım… öpmüş olduğunu… Bu düşünce canımı yaktı. İçimi kararttı… Gözlerimden akan yaşlar içimi asit misali yaktı.

Bütün bir gücümle kollarını sıktım ve ittirdim. Gözlerimin içine baktı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Sanki… sanki her şey iyiymiş, normalmiş gibi… normal… normal miydi? Başka bir kadınla olması… hamileydim ve… bana dokunamıyordu… ihtiyaçları olacaktı… bu düşüncelerle kaşlarımı çattım ve hıçkırırcasına nefes aldım. Onu haklı bulma çabama kızdım. Haklı olabilecek hiçbir tarafı yoktu! Yaptığının hiçbir açıklaması… yoktu!

“Benimle olduğun gibi miydi her şey?”

“Ne?” diye dudaklarından kelime şaşkınlık içinde dökülünce kaşları çatıldı. Geri çekildi.

“Benim hissettirdiklerimi mi hissettirdi? Yoksa çok daha iyi miydi?”

Yerden zorla da olsa doğruldum ve ayağa kalktım. Gitmek istiyordum, uzaklaşmak, yalnız kalmak ve bütün zayıflığımla, acılarımla yalnız kalıp, bunlarla başa çıkmak istiyordum. Ama gidemiyordum nedense bir şey beni burada tutuyordu. Kalbim gitmek için yalvarıyorken beynim kalmayı seçiyordu…

“Söylesene… Lanet olsun, cevap ver! Çok daha iyi miydi? Bu kadar mı bir kadına ihtiyacın vardı? Bu kadar mıydı bana olan sadakatin?”

Bana hiç cevap vermiyordu. Hala yerde oturuyordu. Ama ellerini yere dayayışından sanki her an kalkmaya hazır gibiydi. Başını önüne eğmiş, karşımda savunmasız durması beni daha da çıldırtıyordu. Her şeyi geçtim, susmasaydı. İnkar edemiyorsa, en azından kendini savunsaydı. Her sözüme karşılık özür dileyerek cevap verseydi. Her şeye razıydım. Ama karşımda böyle, sessiz kalması… Ölümüne bir acı veriyordu.

“Bu kadar mı zayıftı iraden? Beni hiç mi sevmedin de bana dokunamadığında başka kadınlara gittin? Hiç vicdanın rahatsız etmedi mi seni? Brandon… Bir şey söyle…” dedim son olarak. Artık gücüm kalmamıştı bir şey demeye. Sessizliği artık beni yormuştu. Sessizliği karşısındaki öfkem beni yormuştu. İçimde hiçbir duygu kalmamış gibiydi.

“Söyleyeceğim hiçbir şey bunu değiştirmeyecek…”

Sözlerinde haklıydı. Hiçbir şey… Yapılan ya da söylenen hiçbir şey bunu değiştirmeyecekti. Tam anlamıyla ikimiz için sondu bu nokta. Aramızda yaşanan, yaşanacak, söylenecek her şeyin bittiği noktaydı. Ama söylenecek tek bir şey kalmıştı. Bir teşekkür… Teşekkür etmem gereken bir nokta vardı. İşte o zaman her şey bitmiş olacaktı.

“Teşekkür ederim Brandon, bana aldatılmanın ne demek olduğunu hatırlattığın için…”

Sözlerimin ardından bakışları beni buldu. O an durmuş olan gözyaşlarımdan tek bir damla daha aktı yanağımdan. Daha fazla bakamadım o gözlere ve gözlerimi kapatarak başımı çevirdim. Derin bir nefes aldım ve yanaklarımdaki ıslaklığı elimle sildim. Ardından tuvalet aynasının yanından çantamı aldım ve kapıya doğru ilerledim. Oradan da hazırladığım çantayı aldım.

“Nereye gidiyorsun?”

Brandon’ın sözlerine karşılık verecek halim kalmamıştı. Ama benden bir cevap beklediğinden emindim. Yatak odasının açık kapısından dışarıya bir adım attım. Her ne kadar kendimi dönmemeye zorlasam da yapamadım ve Brandon’a döndüm.

“Sen başka kadınların koynunda zevk peşindeyken ben endişe ile seni bekledim. Sana ulaşamamam karşısında neler hissettim biliyor musun? Ne kadar korktum. Şimdi sıra sende… Korkma sırası… O kadınla beraberken ne olacağını sanıyordun? Evde hamile karını bırakıp başkaları ile zevkini tatmin ederken benim her şeyi kabullenip kalacağımı mı? Her şeyi mahvettin Brandon. Her şeyi… Beraber yaptığımız her şeyi tek başına yıktın.”

Bu kadar soğukkanlı konuşabileceğime hiç olasılık vermiyordum. İçimdeki fırtınalara karşı ayakta durmaya çalışırken, çağlayan misali kanarken kalbim, karşısında güçlü durmak o kadar zordu ki, ama dışa vurmam gereken bütün duygularımı sanki köreltmişti… Ama yine de sesimin titremesine engel olamıyordum. Sadece soğukkanlı duruyor, konuşuyordum… O kadar…

“Bitti! Kiminle ne yaptığın bundan sonra beni ilgilendirmiyor! Kimin koynuna gireceğin de. Yolun açık olsun.”

Sözlerimi bitirdiğimde ayağa kalktı ve bana doğru birkaç adım attı. Başımı sallayarak geriye adım attım ve bu hareketim onu durdurdu. Gözlerindeki yalvarışı görüyordum. Gitme diyordu bana. İlk defa bana bakıyordu bu bakışla. Bu bakışı birçok kez görmüştüm. Kaybeden bir erkeğin bakışıydı bu. Her şeyi kabullenip, ölümü kabul eden bir idam mahkûmunun bakışı gibiydi.

“Mahkemede görüşürüz.”

Son sözlerimi de söyledikten sonra arkamı döndüm ve merdivenlerden aşağıya indim. Ayakkabılıktan ayağıma çizmelerimi giyindim ve üzerime montumu aldım. Kapıyı açıp dışarıya adımımı attığımda arkamdan ayak sesi duydum. Hızlı ve aceleci bir şekilde gelen ayak sesi…

“Bunu yapamazsın. Bu şekilde olmaz. Birbirimizi delicesine severken buna izin vermem. Üstelik kızımızı bu şekilde de büyütemezsin. Onu benden uzaklaştırmana izin vermeyeceğim!”

Söylediklerine karşılık vermedim. Aslında nasıl karşılık vereceğim bilemedim ki zaten verecek gücüm de kalmamıştı.

Asansörün kapıları kapanırken kapının oradan bana bakışını hiç unutamayacaktım. Gözünden süzülen yaşlarda ve bakışlarında pişmanlığın izleri vardı. Bunu unutamazdım. Hiç affetmeyeceğim gibi, bunu da unutmayacaktım.

Binadan çıktığımda yerler hala ıslaktı. Hava soğuktu ve yağmurun ıslaklığını henüz üzerinde taşıyordu. Güneşin tepeden bulutların ardından görünmesi havanın dondurucu soğukluğunu henüz silemiyordu. Tıpkı ben uzunca bir süre bu duyguların izlerini silemeyeceğim gibi.

Sokağın köşesine doğru yürüdüm taksi bulabilmek umuduyla. Akan gözyaşlarımı umursamadım. Havanın soğuk rüzgarı yanaklarımdaki ıslaklıklara çarptıkça içim daha çok üşüyordu. Ama içimdeki öfke ve kırgınlık o kadar büyüktü ki bir yandan bu içimi ısıtırken bir yandan da havanın dondurucu soğuğuyla bedenim üşüyordu.

Bugün içinde şans ilk defa benden yana oldu ve köşede bekleyen bir taksi gördüm. Hızla gidip bindikten sonra taksi hareket etti. En son buradan bu şekilde binişim aklıma geldi. Brandon’ın beni bulabilmek için otelleri tek tek dolaşması… Yine yapar mıydı? Yaparsa ben affedebilir miydim? Lanet olsun… O kadar çok seviyordum ki affedebilecektim. Sadece tek duymak istediğim şey yalan dahi olsa inkar etmesiydi. Yalan olduğunu bilerek bile inanmaya hazırdım ona. Ona ihtiyacım vardı. Ona olan aşkım bir bağımlılıktı artık ve o olmadan nefes alamaz, yaşayamaz hale geliyordum. Ama bunu kendim için, gururum için ve daha çok kızım için yapmalıydım.

“Nereye hanımefendi?” diye taksi şoförünün sorusu ile düşüncelerimden sıyrıldım. Derin bir iç çekerek tekrar gözyaşlarımı sildim.

“Havaalanına en yakın otele. Sizde telefon rehberi var mı?”

En kısa zamanda bu şehirden ayrılmalıydım. Gitmeliydim, gelmeden önceki hayatıma devam edebilmek için gitmeliydim. Bunu nasıl yapabileceksem...

“Buyurun hanım efendi rehber burada.”

“Teşekkür ederim.” Şoförün elinden telefon rehberini aldım ve hemen havaalanının numarasını aradım. Bulduğumda da cep telefondan numarasını çevirdim. Uzun bir çalmadan sonra telefon açıldı. Ne kadar zor olsa da en yakın saatte üç saat sonrasına bir bilet bulabildim. Artık burada kalmam imkansız hale gelmişti. Gitmem için her şey hazırdı.

“Lütfen havaalanına gidelim.”

“Peki hanım efendi.”

Takside arkama yaslanıp dışarıyı izlemeye başladım. Telefon elimdeydi hala ve ellerimi de kucağımda birleştirmiştim. Dışarıya bakarken yanımdan geçen insanlara ve yerlere boş gözlerle bakıyordum. Beynim şuanda bir şeyler düşünmeyi reddediyordu. Zaten düşünmekte istemiyordum. Tek istediğim kısa süreliğine de olsa sakinleşmekti.

Havaalanına geldiğimizde taksi şoförü arabayı durdurdu. Ücretini ödedikten sonra taksiden çantamı da alıp indim ve hemen içeri girerek soğuk havadan kurtulmak istedim. İçeri girdiğimde direk biletimi kestirmeye gittim. Birkaç kişiden oluşan sırada bekledim. Sıram geldiğinde kadın halime baktı. Özellikle karnıma… Sanki ben bilmiyordum hamilelikte uçak yolculuğunun güvenli olmadığını…

“Hanımefendi…” diye görevli kadın itiraz edercesine söze başladığında hemen araya girdim.

“Hanımefendi biliyorum. Lütfen her türlü sorumluluk bana ait. Lütfen biran önce şu bileti alabilir miyim?”

Biraz ısrarlarım ve biraz da çıkışlarımdan sonra kadın pes ederek bileti kesti ve ödemeyi yaptım. Ardından zaman doldurmak ve bir şeyler atıştırmak için havaalanının içindeki kafelerden birine girdim. Boş masalardan birine oturdum ve çantaları yanımdaki sandalyeye koydum. Yiyecekler bir şeyler sipariş verdim. Saat öğleni geçiyordu ve ben henüz kahvaltımı yeni yapıyordum.

Siparişlerim geldikten sonra yemeye başladım. Acıkmıştım ve hamileliğim yüzünden de daha fazla yeme ihtiyacı duyuyordum. İç çekerek yemeğe devam ederken aklıma Dean’ı aramak geldi. En azından beni havaalanından almasını isteyebilirdim. Çantamdan telefonumu çıkarıp Dean’ın numarasını çevirdim. Uzunca bir süre çaldı ve açılmadı. Daha sonra tekrar denedim ki üçüncü çalışımda açtı.

“Ashley?” dediğinde sesinde garip bir şaşkınlık vardı.

“Benim Dean. Müsait misin?”

“Evet, müsaidim bir problem mi var?”

“Çok fazla konuşamayacağım ama New York’a geliyorum. Beni havaalanından alır mısın? Uçağım buradan ikiyi çeyrek geçe kalkacak,” diye kısaca açıkladım arama nedenimi. Bu konuda telefonda konuşamazdım ki henüz kendimi yeni toplamışken burada yine ağlama krizi geçirmek istemiyordum.

“Tamam, alırım ama niye geliyorsun? Brandon’da seninle mi?”

“Dean lütfen daha fazla bir şey sorma. Gerçekten bu konu hakkında konuşacak kadar iyi değilim. Gelince konuşuruz sadece yalnız geliyorum ve artık kendi evimde kalacağım.”

“Anladım Ashley. Havaalanında bekliyor olacağım.”

Daha fazla anlatmam için ısrar göstermeden telefonu kapattı. Buna minnettar kalmıştım çünkü normal bir konuda dahi konuşacak takatim kalmamıştı.

Bir bardak daha meyve suyu aldım ve içerek zamanın gelmesini bekledim. İçimden bir şeyler akıp gidiyor gibiydi. Sanki ruhum parça parça her geçen an benliğimden kopuyor ve geri gidiyordu. Derin bir iç çekerek bastırmak istedim bütün duygularımı, ama yapamadım. Hepsi bir şekilde gün yüzüne çıkmak için çırpınıyordu. Başımı önüme eğdim, gözlerim dolmuştu yine bu acıyla.

Uçağın kalkışı için gerekli anonsun yapılmasının üzerine hesabı ödeyip kafeden çıktım ve bilet kontrol sırasına girdim. Bir süre bekledikten sonra biletim kontrol edildi ve içeriye girdiğimde birinin arkamdan bana seslendiğini duydum. Bu sesi tanıyordum. Dolmuş olan gözlerimi kırpıştırarak akmak için ısrar eden gözyaşlarımı geri yolladım. Arkamı dönüp baktığımda Brandon’ın sıranın gerisinde açık alanda durduğunu gördüm. Bilet kontrol kapısına kadar yaklaştı.

“Gitme.”

Dudaklarından dökülen tek bir kelime her şeyi açıklıyordu. Bakışlarındaki acıyı, içindeki ızdırabı, suçunu kabullenişini… İşte bu her şeyi bittiren tek şeydi. Kabulleniş… Başımı sallayarak geri döndüm ve uçağa doğru yürüdüm. Arkama bakmadan, bundan sonrasını düşünmeden…

Uçağa binip kemerimi bağladım. Şansıma cam kenarında bir koltuktaydım. Başımı arkaya yaslayıp dışarıya bakmaya başladım. Brandon’ın son görünüşünü unutmaya çalıştım. Gözlerimi kapattım ve sadece onun dışında şeyleri düşünmeye çalıştım. Ama yapamadım. Bu gidişim her şeyin bitişiydi… Elimi karnıma koydum ve karnımı okşadım. Kızımla beraber bir hayat… Yalnız… Belki ilerleyen günlerde Brandon kendini affettirebilirdi… Peki, ben affedebilir miydim? Belki…

Uçak indikten sonra çantamı aldım ve havaalanının meydanına doğru ilerlediğimde kapının dışında Dean’ı gördüm. Kapıdan çıkan yolculara bakıyordu. Hafif bir tebessümle yanına doğru ilerledim. Beni fark edince oda gülümsedi ardından ne gördü yüzümde bilmiyorum ama kaşları çatıldı. Elimden çantamı aldı ve hiçbir şey söylemeden bana sarılıp yanağımdan öptü.

“Bize gidelim. Bu gece bende kal. Senin ev fazla tozluydu bugün benim evin temizliğine gelen kadını senin eve gönderdim. Orayı yarına kadar hazırlayacak. Ama bu gece bendesin.”

“Tamam,” dedim sadece destek almak istercesine koluna girdim.

Arabaya binene kadar da arabaya bindikten sonra da Dean hiçbir şey sormadı. Sessizce bir zamanlar yaşadığım şehrin caddelerinde ilerledik. Bir zamanlar yaşadığım… Buradaki yaşama yeniden başlayacaktım.

Dean’ın evine gelince arabadan indik. Bahçeli bir evde kalıyordu, yeni kız arkadaşı ile beraber. Beni görünce ne tepki verecekti bilmiyorum. Hayatında yeni biri olduğunu öğrenmiştim ama kim olduğunu, nasıl biri olduğunu bilmiyordum. Onların aralarında benim yüzümden sorun olmasını istemiyordum.

Dean kapının ziline basmak yerine anahtarla kapıyı açtı. Beraber içeriye girdik. Ayakkabılarımı çıkardım ve Dean’ın elini uzatması üzerine montumu çıkarıp verdim. Oda askılığa astı. Belime elini koyarak beni salona yönlendirdi.

“Sen biraz dinlen ben eşyalarını kalacağın odaya götüreyim.”

Dean yanımdan ayrıldıktan sonra tekli koltuğa oturdum ve elimi karnıma koydum. Yine düşüncelere dalıp bundan sonra ne yapacağımı düşünmek istemiyordum. Bundan sonra ne olacağını da… Sadece rahat bir nefes alıp birazcık huzur istiyordum.

“Hoş geldiniz?”

Duyduğum sesle başımı kaldırıp kapıya doğru baktım. Benim boylarımda, sarışın, muhteşem fizik hatlarına sahip, mavi gözlü, bebeksi yüzü olan bir kadın duruyordu. Yüzündeki gülümsemede bir sıcaklık ve samimiyet vardı.

“Merhaba,” dedim biraz çekinik bir şekilde.

“Ashley değil mi? Ben Clara.” O bana yaklaşırken gülümseyerek oturduğum koltuktan kalktım, bu sırada Dean geldi ve Clara’ya belinden sarılıp yanağından öptü.

“Ashley ile tanışmışsın.”

“Evet, tanıştım, ben akşam için yiyecek bir şeyler hazırlayacağım istersen sende dinlen. Bu halde yolculuk yorucu olmalı.”

“Evet, iyi olur,” diye mırıldanırcasına cevap verdim. Onların bu halleri, Dean’ın sarılışı, bakışı bana Brandon’ı hatırlatıyordu.

Dean bana yolu gösterirken sanki Brandon’ın eli belimdeymiş gibi hissediyordum. Yanımdaymışçasına nefesini hissediyordum. Onu şimdiden özlüyordum.

Odaya girdiğimde gözyaşlarımı daha fazla tutamadım ve sessizce ağlamaya başladım. Yatağa oturup başımı önüme eğdim ve hıçkırıklarım içimde boğulurken yaşlar yanaklarımdan süzüldü. Dean yanıma oturup kolunu omzuma dolayıp beni kendine çekti. Kollarımı ona dolayarak omzunda ağlamaya başladım. Kulağıma bir şeyler fısıldıyordu ama anlam veremiyordum kelimelere. Beynim içimdeki acıyla öyle savaşıyordu ki çevremdeki hiçbir şeyi anlamlandıramıyordum.

“Clara lütfen bir bardak su getirir misin? Tamam, Ashley, her şey yoluna girecek. Her şey düzelecek.”

Dean’ın sözleri üzerine başımı kaldırdım. Gözyaşlarımı silmeye gerek görmedim. Kimden neyi sallayacaktım ki? Neden saklayacaktım? Bunu her ne kadar gururuma yediremiyor dahi olsam yapılmamış mıydı, aldatılmamış mıydım? Bu gerçeği ne değiştirirdi ki?

“Hiçbir şey düzelmeyecek Dean. Bitti. En kısa zamanda mahkemeye başvuracağım. Brandon asla yapmaması gereken bir şeyi yaptı. Asla affedemeyeceğim bir şeyi.”

Dean inanmamış gibi başını salladı. Sadece ben değilmişim demek ki Brandon’a bu kadar güvenen. Dean’de aynı şekilde güvenmiş. O da benim gibi inanamamıştı bunu yaptığına. Ama ben artık kabullenmiştim, sadece kendime yediremiyordum. Ona delicine aşık olan kalbim kırılmıştı ve bu canımı tarif edilemez bir şekilde acıtıyordu.

“Ben… Ne demem gerektiğini bilmiyorum. Böyle bir şey yapacak en son erkek Brandon. İnanılır gibi değil,” diye Dean mırıldanmaya başladığında Clara susturdu onu.
“Dean bence Ashley’i biraz yalnız bırakalım dinlensin. Zaten hamile ve yeterince şey yaşadı. Dinlenmeye ihtiyacı var.”

Dean bir şey söylemeden başını salladı ve beraber odadan çıktılar. Çıktıklarında kapının önünde mırıltılar geliyordu, ama önemsemedim ve yatağa uzandım. Gözyaşlarım sessizce akarken gözlerimi kapattım ve birazcık uyuyabilmeyi, uykumda huzuru aradım.

Gözlerimi araladığımda odanın karanlığı birden korkutucu geldi, ama gözüm alıştıktan sonra kalktım yataktan ve kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtım ve koridorda ilerledim, biraz ileriden sesler duymaya başlayınca oraya gittim. Clara masayı hazırlarken Dean’de masaya oturmuş. Sanki bir konuda tartışıyorlar gibiydi.

“Merhaba,” diye seslendim geldiğimi fark etmeleri için.

“Uyandın mı? Hadi geç otur sende yemek hazır,” diyerek gülümsedi Clara. Bu kız çok cana yakındı. Dean tam anlamıyla kendine göre birini bulmuştu.

Masaya oturdum. Dean gülümsedi ama gülümsemesindeki burukluk dikkatimden kaçmadı. Sanırım bu olay onunda moralini bozmuştu. Bu konuda konuşmak istemediğim için fazla üstelemedim. Clara yemekleri servis yaptıktansonra oturdu. Yemeklerimizi yerken Clara ara ara bir şey diyecekmiş gibi bakıyordu, ama sanki diyeceklerini toparlayamıyor gibiydi.

“Problem ne? Ne söylemek istiyorsun?” Diye konuşmayı ben açtım. Clara şaşkın bir şekilde bana baktı ardından Dean’e çevirince bakışlarını bende Dean’e baktım. Arkasına yaslanmış bir kaşını kaldırmış Clara bakıyordu.

“Şey… Ben düşündüm ki… Hamilesin ve Dean doğuma az kaldığını söyledi. Bence yalnız kalmamalısın. Zaten şuanda çok hassas bir durumdasın bu haldeyken yaşadıkların çok zor. Yalnız kalma bizimle kal diyecektim.”

“Teşekkür ederim teklifin için ama kendi evimde olmak daha iyi hissettirecektir,” dedim gülümseyerek ve samimi bir şekilde gelen teklife aynı samimiyetle cevap vererek.

“Evini hazırmış. Temizlenmiş ve kadın gerekli alışverişi de yapmış. Yarın seni götürürüm.”

Bunlar masadaki son konuşmalarımız oldu. Daha fazla konuşmadık ki zaten yemeği yedikten sonra izin isteyip benim için hazırladıkları odaya gittim. Odaya girince lambayı yakmadan pencere kenarına doğru ilerledim. Sokak lambası az da olsa içerisini aydınlatıyordu. Camdan dışarıya baktım boş boş… Kendi boş hayatıma… Bundan sonra yalnız, sevdiğim adamın özlemiyle dolu ama ihanetini affedemeyecek kadar kırgın geçecek boş günlerime hazırlıyordum kendimi. Her ne kadar hazırlayabilirsem…

“Sence yapabilecek miyiz kızım?” diye mırıldandım elimi karnımda dolandırırken. Biran için elimin altında ayağını hissettim ve gülümseyerek başımı karnıma doğru çevirdim. Sanki görebilecekmişim gibi. “Umarım yapabiliriz…”

Derin bir şekilde iç çektim ve yatağın kenarına oturdum ve sabah Brandon’a söylediğim sözleri düşündüm. Çok ağırdı sözlerim bunun farkındaydım. Pişmandım da. O an sadece onun benim kalbimi kırdığı gibi onun kalbini kırmak istemiştim, onun da canını acıtmak… Ama onunkinden daha fazla acımıştı benim canım… Hala da acıyordu ya… Daha bir süre daha acıyacaktı…


Sabah uyandığımda yataktaki boşluğu hemen hissettim. Alışmıştım belimde bir elle, boynuma değen nefesle uyanmaya. Onun vücut sıcaklığını hissetmeye alışmıştım. Beni zorlayacak birçok şey vardı. Hayatımın bu kadar büyük bir bölümünü onun üzerine kurmak ve bunları alışmak kötüydü ve onsuzluk bu şekilde beni daha fazla yaralayacaktı.

İç çekerek yataktan kalktım ve çantamdan eşofman takımımı ve içime de kalın bir tişört giydim. Saçlarımı da tepeden topladım. Hiç kendimle uğraşacak halim yoktu. Bir an önce evime gitmek, yerleşmek ve hayatımı yeniden kurmak istiyordum.

Odadan aşağıya indiğimde bağırma sesleri geliyordu. Sadece Dean bağırıyordu. Acaba Clara’ya mı diye düşünmeden edemedim. Acaba benim yüzümden mi? Eğer benim yüzümdense buna engel olmak istiyordum. Ancak salonunun kapısına geldiğimde hiç duymak istemeyeceğim şeyleri, kabullenmekte zorlandığım gerçekleri duymak beni olduğundan daha fazla yaraladı.

“Lanet olası, sana gerçekten Ashley’i aldattın mı diye sordum, bana hikâye anlatma!”

Dean’ın sözleri karşısında yerimde sıçradım ve gözlerimi kapattım. Yaşlar göz kapaklarımın aralığından akıyor, yanaklarımda iz bırakıyordu. Bu gerçek o kadar ağırdı ki kalbim taşıyamıyordu. Zaten yeterince parçalanmamış mıydı kalbim? Daha ne kadar parçalanmaya devam edebilirdi ki?

“Bende sarhoş oluyorum, ama sevdiğim kadını evde bırakıp başka kadınların yataklarına girmiyorum. Ashley senin çocuğuna hamile ve sen ilk fırsatını bulduğunda başkalarının kollarına girdin. İhtiyaçlarını karın karşılayamadı mı karşılayacak birini mi arıyorsun? Senin sadakat anlayışın bu mu? Hani seviyordun, hani hayatının anlamıydı, hani onsuz nefes dahi alamazdın? Şimdi nasıl nefes alıyorsun Brandon? Nasıl yaşayabiliyorsun? Bunun bedelini ödeyeceksin… Boşanma davasında elinde ne varsa alacağım Brandon… Canını öyle bir yakacağım ki Ashley’in yaşadıkları seninkinin yanında bir hiç olarak kalacak!”

Dean son sözleri üzerine gözyaşlarımı sildim ve salona girdim. Clara karşısında Dean’ın karşısındaydı beni görünce hemen Dean’e işaret etti. Dean beni görünce konuşmasını bitirip telefonu kapattı. Bana gülümseyerek yanaştı ama ağladığımı fark etmiş olmalı ki kaşlarını çattı.

“Onun hiçbir şeyini istemiyorum. Tazminat falan da… Sadece en kısa sürede bitsin. Onu hayatımda olmasını, daha fazla acı vermesini istemiyorum,” diyerek Dean’ı söylediklerini asla yapamayacağını anlatmaya çalıştım. Dean bakışlarını benden kaçırmadı; ama ne istediğimi anlamıştı. Zaten hep anlıyordu. Birbirimizi hep anlamıştık şimdi ki gibi…

“Bu senin hakkın Ashley. Üstelik o hayatından asla tamamen çıkamaz. Hamilesin…”

“Biliyorum, Dean. Kızından onu uzak tutamam. Ama mahkeme kızımın velayetini henüz anneden ayrılamayacak kadar küçük olduğu için bana verecektir. Farklı yerlerde olmamız görüşmemizi azaltacaktır. Belki hafta da bir ya da ayda bir… Buna katlanabilirim. Ama daha fazlasını istemiyorum. Bundan sonra ben nasıl hayatıma devam edeceksem o da edecek… Her şey eskisi gibi olacak… Yaşanmış olan her şey anıları dururken yaşanmamış kabul edilecek… Bu kadar…”

Sözlerimin üstüne Dean bir şey söylemedi, sadece başıyla onayladı. Clara’nın kahvaltı hazırlamak için yanımızdan ayrılması üzerine Dean bana sıkıca sarıldı. Garip bir şekilde bundan sonra her şeyin daha zor olacağını hissetmeye başladım. Daha zor, daha acılı ve daha çok gözyaşı dolu bir hayat beni bekliyordu sanki…

Dean ve Clara ile çok daha uzun süre kalmadım. Akşam yemeğini yedikten sonra Dean ile evden ayrıldık ve benim evime doğru yola çıktık. Sadece Clara değil aynı zamanda Dean’de onlarla kalmam için ısrar etmişti, ama bir an önce hayatıma başlamalıydım. Ne kadar erken başlarsam o kadar çabuk alışırdım…

Dean yolda arabayı sürerken Washington’a gitmeden önce bu yollarda dolaşmalarımı, bu şehirde yaşadığım anlar geldi aklıma. Geçmişim buradaydı, çok uzun süre burada kalmıştım ve tekrar adapte olmak zor olmayacaktı, ama diğer yandan da kalbim buraya zor adapte olacaktı… Bu değişmez bir gerçekti. Geceleri yalnız olmak, yatakta güven verici kollarda, sevdiğim adamın kollarında olmamak biraz hatta çok fazla zor olacaktı. Ama insanoğlu nelere alışmıyordu ki ben buna alışamayacaktım. Sonucunda bu duyguyu bir kere atlatmıştım bir kez daha yapabilirdim. Sanırım…

Evin önüne geldiğimizde Dean arabayı durdurdu ve benimle beraber arabadan indi. Bagajdan eşyalarımın olduğu çantayı aldı ve beraber yukarıya çıktık. Eve girdiğimde bir an için kendimi garip hissettim. Anılar teker teker canlandı gözümde. Brandon’la tanışmadan önceki gece eve gelişim ve Brandon’la beraber olduktan sonra sabah eve gelişimi çok daha net hatırladım nedense…

“Yalnız kalman hiç hoşuma gitmiyor haberin olsun!”

Dean’ın korumacı bir şekilde konuşması üzerine arkamı döndüm. Çantayı yere bırakmış kollarını göğsünde bağlamış bana bakıyordu. Derin bir nefes aldım iç çekmeyle karışık.

“İhtiyacım olursa ararım Dean, ama bir şekilde buna alışmam lazım ve ne kadar erken bunun için adım atarsam kendimi daha iyi hissedeceğim.”

Sözlerimin doğruluğunu oda biliyordu. Tıpkı benim gibi. Bunun için sesini çıkarmadı sadece başını salladı dudaklarını büzerek. Çantayı eline alıp yatak odama doğru ilerledi bende uzun zaman sonra ilk defa geldiğim dairemin içinde gezindim. En son olarak salonumun ortasında durdum.

“Tekrar eski evimdeyim… Tek fark bu sefer yedi aylık hamileyim… ve kocası tarafından aldatılmış durumdayım…” diye fısıldadım odanın boşluğuna doğru. Son sözleri dile getirmek artık kabullenmekti benim için ve kabullenmek belki daha kolay alışmamı sağlar diye düşünüyordum. “Ama her şeye rağmen dostların yanında…”

Dean’ın sesini duyunca arkamı döndüm ve gülümseyerek başımı önüme eğdim. Dean ağır adımlarla yanıma geldi ve kolunu omzuma atarak çiftli koltuğa oturttu. Eskiden yaptığımız gibi ilk önce o başını koltuğun arkasına dayayıp tavana dikti bakışlarını bende onu takip ederek aynısını yaptım.

“Sana bir şey itiraf edeyim mi Dean?  Kendimi hiç bu kadar zayıf ve yalnız hissetmemiştim.”

“Biliyorum, ama yanında olduğumuzu unutma…”

“Teşekkür ederim,” diye fısıldadım başımı koltuğun arkasından kaldırıp Dean’ın omzuna dayadım.

“Her zaman yanındayım,” diye fısıldadı ardından alnımdan öptü. Tıpkı Brandon’ın öptüğü gibi…

Gözlerimi sıkıca kapattım ağlamamak için ve derin nefesler alarak kendimi sakin tutmaya çabaladım. Bir süre kımıldamadan o şekilde oturduk Dean ile. Ama bu rahatımızı kızımın tekmesi bozdu. Gülümseyerek elimi karnıma koydum. Dean bana şaşkın bir şekilde bakarken onun da elini aldım ve karnıma koydum. Tekrar tekmelediğinde Dean gülmeye başladı.

“Ayağı çok küçük…” cediğinde bende güldüm.

“Sen doğduğunda ayakların bu boyutta değildi Dean. Bütün bebeklerin ayakları küçüktür.”

Kızımın birkaç küçük tekmesi salonun havasını değiştirmişti. Dean’ı gülümseyerek yolculamıştım ki bende gülümsüyordum. O günden sonra ilk defa gerçekten gülümsüyordum.

Gülümseyerek derin bir nefes aldım salona gitmek yerine odama gittim. Çantamı yatağın üzerine koydum ve yanıma aldığım birkaç parça eşyayı yerleştirdim. Ardından şifonyerimde bulunan bir çekmeceyi boşalttım ve kızım için yanıma aldığım takımları ve eşyaları oraya yerleştirdim. Bunlar elbette yetmeyecekti ancak erken doğum olursa diye hazırlıksız yakalanmak istemedim. Son zamanlarda dergilerde ve haberlerde aşırı stresin erken doğum sebebi olduğunu okumuştum. İşimi bitirdikten sonra duşa girdim ve ılık bir duş aldıktan sonra gecelik yerine kalın pijama takımlarımı giyip yattım. Yarın yapmam gereken çok iş vardı. En azından dinç olarak bütün işlerimi yapabilirdim.

Sabah uyandığımda kendimi daha iyi hissediyordum. En azından geçen günlere nazaran daha iyi… Hafifçe gerinerek yataktan kalktım ve acıktığım için direk mutfağa gittim ancak dolabı açtığımda karşılaştığım manzara bütün moralimi bozdu. Dolap boştu. Derin bir iç çektim ve odama giderek üzerimi giyindim ve montumu ve çantamı alıp evden çıktım.

Havanın soğuk olmasına aldırmadan sokaklarda yürüdüm, buraları biliyordum, ayaklarımın beni doğru adrese götüreceğinden şüphem yoktu. New York birkaç ay öncesine kadar benim evimken şimdi yine benim evim olmuştu. Eski olan her şeye dönüş yapmıştım. Dudaklarımdaki hafif tebessümle çok sevdiğim ve buradan gitmeden önce geldiğim kafeye geldim ve kahvaltı içi sipariş verdim.

Kahvaltımı yaptıktan sonra kafeden çıkıp sokaklarda yürümeye devam ettim. Birkaç mağazaya girerek kendime bir şeyler aldım ve birkaç tane de kızım için kıyafet ve ihtiyacım olabilecek şeyleri aldım. Kartla ödeme yaptıktan sonra markete girdim ve mutfak için alışveriş yaptım. Marketin güvenlik görevlilerinden birinin yardımıyla marketten çıktım. Taksiye poşetleri yerleştirmemde yardım etti ardından işine geri döndü. Bende taksiye bindikten sonra direk evin adresini şoföre vererek eve doğru yola çıktım. Evin kapısında taksi şoförünün yardımıyla arabadan indirdim poşetleri.

“Merhaba. Yardım ister misiniz?” diye birinin sesiyle başımı çevirdim ve sesin geldiği yöne baktım. Benden biraz uzun boylu sarışın bir adam bana bakıyordu. Yüzünde samimi bir gülümseme vardı.

“Merhaba. Aslında isterim.”

“Dün sizi gördüm bir beyle beraber geldiniz. Dairelerimiz yan yana. Yani ben yan komşunuzun. Ahh bu arada kendimi tanıtmayı atladım. Ben Mike Ivey.”

“Bende Ashley…” dedim durdum devamını nasıl getirmeliydim. Ne diyecektim Grench mi Veldone mı? Her ne kadar boşanacak olsam da henüz boşanmamıştım… Derin bir nefes aldım ve konuşmama devam ettim. “Ashley Veldone. Tanıştığımıza sevindim Bay Ivey.”

“Lütfen komşuyuz resmiyeti kaldıralım aramızdan. Sadece Mike.”

“Pekâlâ. Lütfen sizde bana Ashley diyin o zaman.”

Adamın samimiyetine gülümserken bana yaklaşmasını izledim. Yanıma gelince yerdeki poşetlerin çoğunluğunu aldı ve bende bir iki poşet aldım elime ve içeriye girdik. Asansörle yukarıya çıkarken aramızdaki sessizliği Mike bozdu.

“Doğum ne zaman?” dediğinde gülümseyerek baktım ona.

“Yaklaşık 2 ay var.”

“Desenize iki ay sonra yan dairen bebek sesleri gelecek. Yeni mi taşındınız buraya? Altı aydır buradayız ve sizi daha önce görmedik. Yani dün yanınızdaki eşinizdi sanırım onu birkaç kez görmüştüm ama sizi görmemiştik.”

“Aslında daireye yeni taşınmadım. Uzun hikaye…” diye mırıldandım bakışlarımı asansörün kapısına çevirirken. Asansörün kapısı açıldığında kapının önüne poşetleri bıraktı ardından kendi dairesinin kapısına giderek kapıyı açtı.

“Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa lütfen çekinmeyin.”

“Teşekkür ederim, yardımınız için.”

Mike’ın iyiliğine teşekkürle karşılık verdikten sonra poşetleri içeriye almaya başladım tek tek. Ardından Mike’a bir kez daha gülümseyerek teşekkür ettim ve içeriye girip kapıyı kapattım. Kapının kenarına yığdığım poşetlerden mutfak için olanları tek tek taşıyarak mutfağa götürdüm ardından montumu ve çantamı çıkarıp elime aldım ve alışverişten aldığım kıyafetleri odama götürdüm. Onları yerleştirmekle uğraşmadan evvel mutfağı yerleştirmeyi düşündüğüm için üzerime kalın eşofmanlarımı giyerek mutfağa gittim ama sonra geri dönerek çantamdan telefonumu aldım Justin’i aramak için. Uzun zamandır konuşmamıştık belki bu akşam bana gelirdi de konuşurduk ve en çok da Ashley ile balonun nasıl geçtiğini merak ediyordum. Ya da itiraf etmek gerekirse kafamı oyalayacak şeyler arıyordum. İç çekerek telefonuma baktım. Uçağa binerken sessize almıştım ve daha sonra unutup açmamıştım sesini bu yüzden gelen iki yüz elli üç aramayı duymamıştım. Aramaların üzerine basınca iki numara gördüm. İki tanesi Dean’dendi sanırım merak etmişti, geri kalan iki yüz elli bir tanesi ise tek bir numara. Brandon! İç çekerek Dean’e geri dönüş yaptım bu sırada yatağımın üzerine oturdum, yorulmuştum dolaşmaktan dinlenme gereksinimi duydum biran için.

“Ashley seni merak ettim. Aradım ama ulaşamadım neden bakmadın telefonuna?” diye Dean’ın sesini duyunca gülümsedim istemsizce.

“Merak etme… İyiyim. Alışverişe çıkmıştım ve telefonun sesi kapalıymış unutmuşum açmayı üzgünüm.” Aslında birilerinin hala beni düşünüyor olmasına garip bir bencillik hissiyle sevinmiştim.

“Söyleseydin bende gelirdim. O halinle zor olmalı nasıl yaptı alışverişi? Ashley lütfen bir dahakine bana haber ver.”

Bir süre daha Dean ile konuştuktan sonra telefonu kapattım. Ardından Brandon’a da dönüş yapsam mı diye düşündüm ama vazgeçtim. Ne diyecektim ki? Ya da o bana bundan sonra ne diyebilirdi? Aramızda konuşulacak ne kalmıştı ki? Zaten yeterince kırmıştık birbirimizi artık ipler kopmuştu!

Derin nefesle iç çekerek yerimden kalktım, telefonumu eşofmanımın cebine koyarak mutfağa gittim. Bir yandan da karnımı okşuyordum. Kızımla bu şekilde ilgilenmek beni hem rahatlatıyor hem de gülümsetiyordu.

Mutfağa gidince poşetleri boşaltarak yiyecekleri yerleştirmeye başladım, bir yandan da yiyecek bir şeyleri dışarıda bırakıyordum. Neredeyse akşam olmak üzereydi ve ben öğle yemeğini bile henüz yememişken fazlasıyla acıkmış hissediyordum.

Eşyaları yerleştirdikten sonra yiyecek bir şeyler hazırladım ve meyve suyunu da bir bardağa koyarak masaya oturdum. Önümdeki yemeğin dışında hiçbir şey düşünmeden yiyordum. Tabağımdakileri bitirdikten sonra hemen yıkadım elimle ve kenara koydum. Meyve suyu dolu bardağımı alıp salona gittim ve televizyonu açtım evde ses olsun diye. Daha öncelerden evdeki sessizliği severdim ancak bu huyumda değişmişti, tıpkı yatakta yalnız yatmaktan hoşlanırken birden hoşlanmamaya başlamam gibi.

Kendimi televizyonda kanalları gezmeye o kadar kaptırmıştım ki biranda telefonumun sesine yerimde sıçradım. Hemen telefonumu cebimden çıkarıp kimin aradığına baktığımda, açıp açmama konusunda tereddüt duydum. Ama elimde tutmaya devam edersem elim o kadar kolay açma tuşuna gidecekti ki, bu düşünceyle hızla telefonu sehpanın üzerine koydum. Bir süre sonra sustu. O an kasıklarımdaki bir sancı hissettim. Derin nefesler alarak sakinleşmeye, rahatlamaya çalıştım. Benim bu çabalamamın yanında telefon tekrar çalmaya başlayınca kimin aradığına bakmadan, tahminde bulunmadan refleks olarak telefonu açtım.

“Alo?”

“Ashley? Tanrım! İyisin…” diye Brandon’ın endişeli sesi karşısında şok oldum ve cevap veremedim. Tıpkı benim sessizliğim gibi o da sessizdi.

“Ne istiyorsun?” diye sessizliği ben böldüm telefon konuşmasını kısa kesmek umuduyla. Yoksa yine ağlayacaktım. Düşünmeden hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım biliyordum.

“Sadece nasıl olduğunu merak ettim. Dean açmadı telefonumu, eve yerleştin mi? Yalnız mısın? Yalnız kalmasaydın, yanına Dean ya da Justin gelsin. Seni merak ediyorum… Lütfen bari evde yalnız kalma…”

“O gece de yalnızdım Brandon, o zamanda merak etmiş miydin?”

Sözlerimin üzerine derin bir nefes duydum ve ardından süresiz bir uzunlukta gelen sessizlik. Konuşacak hiçbir şeyimiz kalmamıştı gerçekten! Gözümden bir damla yaş süzülürken karnımdaki sancılar, kasılmalar başladı. Derin nefesler aldım bu kasılmalar eşliğinde…

“Hoşça kal!” diyerek Brandon’dan cevap gelmesini beklemeden kapattım telefonu. Elimi karnımın üzerinde gezdirmeye başladım. Derin nefesler almaya başladım. Sanırım strestendi…

Telefonumu salonda bırakıp odama gittim ve üzerime pijamalarımı giyerek yatağa yattım. Dinlenmeye ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Henüz erkendi ama sanırım çok yorulmuştum bugün…

Gözlerimi şiddetli bir sancıyla araladım. Dudaklarımdan çıkan inlemeyle beraber yatakta ayaklarımı kendime doğru çektim. Ellerimi kasıklarımda birleştirdim. Derin nefesler almaya çalışıyordum ama nefeslerim kesik kesik çıkıyordu.

“Brandon?” diye fısıldadım refleks olarak başımı çevirerek.

Gözlerimin karanlığa alışması ile beraber yataktaki boşluğu görünce konumumu hatırladım. Yataktan zorda olsa kalmayı başardım ve ellerim kasıklarımda odadan çıktım ve salona doğru ilerledim. Sehpadan telefonumu elime aldım ve son aramalardaki numaralara basarak çıkan ilk numarayı aradım. Telefonumu kulağıma koyduğumda çalma sesini duyuyordum. Daha fazla dayanamıyordum, ayağa kalkıp Mike’tan yardım istemeye karar verdim ki o sırada pijama altımdaki ıslaklığı hissettim. Doğum…

“Ashley?”

Sesi duyduğumda kapıya gelmiş ve kapıyı açmıştım. Ancak şiddetli bir sancıyla dudaklarımdan küçük bir çığlık koparken bende yere doğru eğildim. Telefon elimdeydi ve ellerimi yere dayamış emekler pozisyonda duruyordum. Birden kapı açılma sesi duydum ardından yaklaşan ayak sesleri.

“Ashley? Neler oluyor?”

Bu ses Mike’ın sesi olmalıydı şuanda beni duyabilecek tek kişi oydu. Başımı kaldırdığımda bana endişeli gözlerle bakıyordu. Elimi yerden çekip karnıma koyduğumda anlamış olmalı ki başını sallayarak yanımdan ayrıldı ve hızla kendi evine girdi. Çıktığında elinde montunu ve anahtarlar sallanıyordu. Hızla beni yerden kaldırdı ve montunu omzumun üzerine bıraktı. Ardından kapının arkasından anahtarı aldı ve yerde duran telefonumu kendi cebine attı. Beni kucağına aldı ve kapıyı kapatıp asansöre doğru ilerledi.

Arabaya bindiğimizde beni arkaya yatırdı. Kendi de şoför koltuğuna bindi. Israrla çalan bir telefon duyuyordum. Gözlerimi kapatıp derin derin nefesler almaya başladım; bir ara Mike’ın sesini duydum ki gözlerimi açtığımda onun telefonla konuştuğunu gördüm.

“Ben yan dairesinde oturuyorum. Sanırım doğum… Hastaneye gidiyoruz şimdi.”

Ardından ne dediğini anlamadım tıpkı kimle konuştuğunu bilemediğim gibi. Gözlerim kapanmaya başlamıştı, garip bir yorgunluk hissi vücudumu sarıyordu. Derin nefesler almaya devam ediyordum ki vücuduma çarpan soğuk hava ile kendime geldim. Bir kasılma daha geldi ve dudaklarımdan bir inleme çıktı.

“Geldik Ashley. Biraz daha… biraz daha dayan!”

Mike’ın sesinin de artık endişeli olduğunu duyuyordum. Arabadan beni kucağına alarak çıkardı ve bir süre soğuk havada kaldıktan sonra sıcak havanın beni sarmaladığını hissettiğimde içeriye girdiğimizi fark ettim. Gözlerimi araladığımda bir hemşirenin bana yaklaşmakta olduğunu gördüm.

“Bu taraftan gelin beyefendi…” diye söylenerek Mike yol gösterdi.

Sancılar sıklaşmaya başlamıştı ve sanki her seferinde çok daha fazlalaşıyordu. Hemen beni bir odaya soktular. Hemşire pijama üstümü yukarıya sıyırırken birden derin bir nefes aldı.

“Doktor bey, doğum çok yakın. Hemen doğuma alınması gerekiyor,” dediğini duydum. Gözlerimi yarı açıktı. Mike odadan çıktı. Doktor hemen yanıma geldi. Orta yaşı biraz geçkin bir adamdı. Saçları kırlaşmaya başlamıştı. Gülümseyerek bana bakıyordu. Karnıma bir jel sürüp ultrason aletini karnımda gezdirmeye başladı.

“Sezaryen. Bebek kordona dolanmış, normal doğum olmaz! Hemen doğum haneyi hazırlasınlar. Üstelik erken doğum!”

Doktor kendi kendine mırıldanırken hemşire yanımızdan ayrılırken başka biri hemşire yanıma geldi. Ne yaptıklarını anlayamıyor, takip edemiyordum. Sadece sancılarla başa çıkmaya çalışırken derin derin nefesler alıyordum. Sedyeyle odadan çıktığımı ve koluma iğnenin battığını hissettim. Ardından her şey benim için karanlığa bürünmüştü!


~~~~~~*~~~~~~

12 yorum :

  1. Bu kadarda hareket beklemiyordum doğrusu. Lütfen komplo olsun bunu Brandon yapmamış olsun. Bu kadar aşağılık olamaz.
    Ellerine, yüreğine, kalemine, sağlık. ..
    Ve mutlu yıllar 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hareket isteyen sizdiniz deyip işin içinden sıyrılayım mı? :D bilemiyorum gelecek bölümlerde yaptı mı yapmadı mı belli olur ;)

      Yorumun için teşekkür ederim :)

      Sana da mutlu yıllar canım :* :) <3

      Sil
    2. Yapmamıştır yapmamıştır.Bu kadar mükemmel! bir erkek bu kadar basitleşemez ve sen kıyamazsın bence 😉

      Sil
    3. Bazen çok acımasız olabiliyorum ama :) belki yapmıştır belkim yapmamıştır belki yapmasına ramak kalmıştır belki karısına kıyamamıştır belki de bu İnci çok acımasız biridir ve Brandon'a kıymıştır ;)

      Sil
  2. okuduklarıma inanamıyorum yaaa brandon yapmış olamaz diyorum ama yapmadımda demiyo o yüzden çok kızgınım ama bence ashley her zamanki gibi affedicek diye düşünüyorum bebekte geldi oooooo hikaye bambaşka bi şekilde ilerleyecel galiba biraz ekşın istedik senden ama sen ekşındanda öteye gittin beeee bide brandon ashleye çok aşıkmış hııhhhh aşık adam karısına bunu yaparmı çok kızgınımmmmmmmmmmm 28 bölümü merakla bekliyorum cnm :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için çok teşekkürler canım :) ekşın liniitni aştığımı kabul ediyorum ama biraz da gerekliydi bu ekşın hep mutlu olmaz demi :D

      Sil
  3. Diğer bölüm süperdi her şey çok güzeldiii
    Ama bu bölümmm :O Oha oha dedimmmm.İnanamadımm şaşkınlığım tavan yaptıı..!!
    Başta ne kadar güzel gidiyordu ya.O yemekte bişey çıkacağını anlamıştım.Şöyle ki ashley'in doğum sancısı tutacağını falan sanmıştımmm...
    Aman Allahımmm !! Brandon bunu yapmış olamaz.Ashleyi bu kadar çok severken hele de karısı hamileyken bunu yapmış olmasına anlam veremiyorum.Ya olmaz olamaz böyle bişey.
    Dün gece okudum dolayısıyla yorumum bugüne sarktı..Ama kesinlikle kabul etmiyorum.Bişeyler var brandon yapmaz..
    Ashleyin o hali..Üzüldüm ki hemde çok vallahi.Benimde canımı sıkan olayda inkar etmemesiydi.Ama bak bence başka bişey var.Diğer arkadaşlar gibi bende komplo olduğuna inanıyorum(inanmak istiyorum)Hele böyle aşk yaşarlarken kızlarının dünyaya gelmesine az kalmışken bu olmamalıydı.Gerçekten çok çok üzüldüm :(((((
    New yorka giderken brandonın havaalanına geleceğini tahmin ettim amaa sadece gitme dedi.Ebe adam tutsana kadını kolundan biyere gidemezsin diye.Şaştım kaldım.
    Eski evine dönmesi onun için çok kötüydü.:(((( Dean ve claranın ashleye destek olması çok güzeldi.Yalnız bu miketada bişeyler çıkacak.Ashleye asılacak kesin bence bu 1.Kesin bebeğe babalık yapmaya kalkabilirr buda 2.Tabii bunlar benim tahminlerim.Ama bence arkadaş olarak kalıp bebeğe ve ashleye bakabilir.Amaaa brandon şu mike olayınıda öğrenip şöyle bir güzel kıskanmalıı :))) Ama bak kesin aldatmadıı..Eminimmmm.Ayrıca bu mike ya polis çıkabilir(kid care davası için yardım amaçlı) ya da kid care'in adamlarından birisi çıkabilir.Bunlardan hiçbiride olmayabilir ama olay bu şekilde bağlanabilir bence..
    Ashleyin doğum anı geldiğinde brandon demesinde düşündümki hadi ashleyin kabusu olsun(ilk baştada öyle sandım)Çok acı vericiydi yalnız o acıyı çekmek.
    Mike hastaneye götürdü.Bebek geliyor ama bu şekilde olmasaydı..Gerçekten çok çok üzgünüm.Ama olayı güzel bağlayacağından eminiz(öyle de lütfen :P)
    Hareket dediysek bunu kastetmedik inci yalnız :D.Uçtun epey bizide üzdün :((( Ama kavuşmaları kesinlikle tutkuyla olmalı..Daha charles,lisa,lucy,alex,george,betie,justin,kate öğrendiğinde neler olacak çok aşırı merak ediyorum.Lütfen bölümm hemen gelsinnnnnn :)))) Deanın bu sözleri brandona söylemesi beni çok üzdü ama brandon haketti kesinlikle.Dean bile inanamadı haklı olarak..
    Ahh ahh çok merak ediyoruzzzz lütfen çabuk gelsin çatlıcamm kızz :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anemmm yorumunu okurken heyecan yaptım :D Çok teşekkür ederim yorumun için ve ımmm tahminlerin cidden çok yaratıcı keşke hikayeyi yazmadan önce böyle şeyler benim aklıma gelseydi de bunlardan bir kurgu oluşturaydım ama ne yazık ki hiç biri tutmadı :/

      Yeni bölümü düzenliyorum ama çarşambadan önce gönderir miyim bilemiyorum belki yarın ya da pazar bir güzellik yapabilirim belki :D

      Tekrar teşekkürler yorumun için :)

      Sil
    2. Hadi yaaa :(( İpucuda veremezmisin kızz ?? Çatlıcam meraktan.Ama bak bence şaşırtıyoda olabilirsin bizi olmadı tutmadı falan diye :D Brandonın aldatmadığı doğru ama dimiii ? :P
      Güzellik yap kızz meraktan çatlıcaz gerçekten.

      Sil
    3. Güzellik yapmayıp, bölümü pazar günü göndereyim olur mu? Öyle anlaşalım mı ;)

      Sil
  4. Böyle uzun olursa bekleriz acele etme sen :P

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunun kadar uzun neredeyse, 11 puntoyla 11 word sayfası :)

      Sil

Kitap ya da yazı hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşın