29 Aralık 2013 Pazar

5 Fatih Murat Arsal - Şahane Gelin [Zoraki Koca #1]


Imm.... insanın ağzında inanılmaz tat bırakıp yüzünde gülümseme ilke kitabın kapattıran FMArsal kaleminden bir kitap daha bitirdim. Çoğunuzun yeni mi okuyorsunuz dediğini ya da düşündüğünü duyar gibiyim ama yanılıyorsunuz yeni okumuyorum. Bu kitap benim ilk FMArsal kitabımda ve e-kitapken okumuştum ve birçok sahnesini, sayfasını hatim etmiştim şimdi de basılı haline elim giderken engel olamayıp aldım ve kuru kuru almadım tabi ki! Yazarımıza da imzalattım diyip havamı attıktan sonra yorumuma geçeceğim.

Gerçi Fatih hocanın kalemine dair bir yorum yapmayacağım. Daha önceki kitaplarının yorumlarından anladığınız gibi ben bu adamın kalemine tapıyorum! Aman şimdi Fatih hoca okur yorumumu da 'adam' kelimesine takılır falan... hocam bu kelimeyi tamamen heyecanımı anlatmak ve kaleminizi ne kadar sevdiğimi göstermek amacıyla kullandım. Neyse açıklamaya çalışırken daha fazla batırıyormuşum hissine kapıldım birden :D Bir anlık heyecan ve sevinç belirtisi ile kurulan bir cümle işte :)

Kitap dediğim gibi benim ilk FMArsal kaleminden okuduğum kitaptı bu yüzden bende yeri ayrı ve her ne kadar Doğan'ı sevsem de en çok ya da Tamer'i Osman'ın yeri bende ayrı tıpkı Gülay gibi :))

Kimse Osman hakkında diyeceklerime kızmasın lütfen! Ama Osman bildiğiniz öküz... hatta odun! hatta kütük! Arkadaş ne olursa olsun bir insan bir insanı aşağılayamaz ya! Her okuduğumda Gülay'a söylediği sözlerde içten içe baya saydırmışımdır! Vallah bu adam insanı kanser eder! Ya bari sevindiğini göster bari ya... adam sevinse bile surat asıyor...

Ayrıca Gülay'da.. ya ne diyeyim ben sana güzelim ya... ben olsaydım onda laftan sonra resti çeker, tavrımı koyar, defol git derdim... Sendeki de iyi sabır her şeyi sineye çektin! Gerçi sonunda Osman'ı adam ettin ya bravo sana... :))

Bir de kitabı kötü olarak eleştireceğim bir yer yaratmış Fatih hoca :) Osman İstanbul'a döndükten sonra Mustafa ile telefon konuşmasında Mustafa Osman'a 'kuzum' diye sesleniyor... Açıkçası bu kelime olmamış be hocam... Bu kelime artık eski siyah beyaz ya da 80'lerde 90'larda kalma Türk filmlerinde kaldı. Hani şu Hülya Koçyiğit filmlerinden :)) ki her şeyi bir kenara bakalım hangi Türk erkeği bu kelimeyi kullanır ki? Tatlım, hayatım demeyenler... olmamış be hocam bu kelime... Cidden komik ve gülünesi geldi bana... alınmayı lütfen ama okuduğumda bunu düşündüm ilk olarak ve tarafsız olarak yorum yaparken söylemem gerektiğini düşündüm :) ki biliyorsunuz ki kitaplarınızı ne kadar severim :)

Sanırım ilk defa kitap içeriğine giren bir yorum yapmayacağım ama kitabı okurken o kadar çok yere post-i yapıştırdım ki sizlere alıntılarla dolu bir yorum okutacağım :))

Ahh bir de fikirlerimi açıkça söylüyorum ki kitap kapağını ilk aşta beğenmemiştim. Benim hayalimdeki Gülay çok daha farklıydı! Her ne kadar kitapta seksiliği ve çekiciliği vurgulansa da ben daha çok masumane bir kızı canlandırdım gözümde... İlk gördüğümde kapağı dolayısıyla beğenmedim. Dediğim gibi benim hayalimdeki Gülay bu değildi! Ama... ama kitabı elime aldım ve kapaktaki yüzle okumaya başladığımda "evet" dedim. Bu anlatılan Gülay'a benim canlandırdığımdan daha çok uyuyor... ve kapak cidden hoşuma gitmeye başladı... Sonrasında ise kapak benim için tablo misali izlemelik oldu! Tıpkı Gülay'ın izlenmelik bir kadın olduğu gibi... :))
Duygu ve düşüncelerimi belirttikten sonra sizlere bir sürü alınt yazıyorum :))
Okuyanlar hatırlasın, okumayanlar da meraklansın :)


Gülay'ın gülümsemesi çekingen ve bir o kadar da sevimliydi. Mustafa daha da cana yakın gülümsedi. Doğrusu bu garip saçlı kızın gülümseyişi güneşi yeryüzüne inişi gibiydi. Herkesin içini ısıtabilirdi. Aynı anda aynı şeyi iki erkek birlikte düşündüler.

'Gerçekten kahkaha atsa ne olurdu acaba?'

***

"Bu kaza sana Allah'ın bir hediyesi. Bu kadında öyle! Ama sen ne yapıyorsun? Ailesi için hissettiğin nefreti ondan çıkarıyorsun. Kim tanımadığı bir adamla evlenmek ister? Söyle bana kim? Üstelik de senin gibi huysuz ve duygusuz bir adamla! Sen şimdi onu üzdün de, ailesinin haberi oldu mu sanki? Onların da canı yandı mı? Yanmadı tabii... Ama o, şu sakat haliyle bile sana itiraz etmedi, seni onurlandırdı."


"Ben senin yerinde olsam, önüme bakar, yeni bir hayat kurmanın tadını çıkarırdım. Sana nasıl bakıyor görmüyor musun? Sen ne dersen yapacak kadar sana tapıyor! Bunu nasıl becerdin bilmiyorum ama kızcağız kendini tümüyle sana bırakmış... Kaderini kabullenmiş! Ben bunu asalaklık olarak tanımlamazdım. Belki sana mahkum kalan bir melek diyebiliriz? Şeytana boyun eğen bir melek!"

***

"Aşk denen şeye zaten inanmam. Ayrıca varsa bile ikimizin arasında olmasına izin vermem. Şu anda tüm istediğim bu evliliği bir an önce bitirip hayatıma kaldığım yerden devam etmek. Sen olmadan..."


'Bende senin gibi bir kızla karşılaşmadım!' diye itiraf etti. Tabii ki içinden! 'Sen çok farklısın ve bu beni korkutuyor...'

***

"Seni sevmemi isterdin değil mi?" diye azıyla sordu. "Seni sevseydim, intikamını tam almış olurdun. Bana çektireceğin başka acı kalmazdı. Ayrıldığımızda için rahat ederdi."

Osman dik dik Gülay'a bakıyordu. "Sana acı mı çektiriyorum?"

"Bana bir an çok yakınsın, bir an çok uzak! Bir an harika bir sevgilisin bir anda en büyük düşman! Bir an müşfik bir koca bir anda ayrılmak için çırpınan bir evlilik mahkumu... Ve... en kötüsü... senin böyle mutsuz olmanın sebebi benim.. Kendime her bakışımda, senin gözlerinden kendimi görüyorum ve... kendimden nefret ediyorum. Keşke o gün hiç dışarıya çıkmasaydım. Keşke o gece beşik kertmemin evlilik teklifini kabul etseydim. Keşke babam her şeyi oluruna bıraksaydı. Sen şuanda özgür bir adam olarak hayatını yaşıyor olacaktın. Benim için ise hiçbir şey fark etmeyecekti. Yine beni sevmeyen, yine bana değer vermeyen, bedenimi kullanan başka bir adamla evli olacaktım..."



Genç kadın ona sarılıp başını göğsünün sıcağına gömdü. Dudakları adamın teninde gezinirken "Bu gece beni üzme..." diye yalvardı. "Kadın gibi hissetmemi sağla... Beni sev... Artık kötü söz söyleme... Hiç değilse bu gece!"

Genç adam onu kucakladı. Yatağa bırakırken, çok nazikti. Elini güzel yüzünde gezdirip ıslak yanaklarını sildi. "Söz..." diye mırıldandı. "Bu gece senin için çıldıran bir koca göreceksin..."


Evet... alıntılarımızı bitirdikten sonra tekrardan kitabı ve yazarın bütün kitaplarını tavsiye ederek yorumumu bitiriyorum... Ahh bir de unutuyordum bahsetmeyi.... "Şahane Gelin" kitabı "Zoraki Koca" serisinin ilk kitabı... 

İkinci kitap "Yemin" de yine Ephesus logosuyla çıkacak ve sanırım yakın zamanda çıkar. Sanki Tüyap'ta yılbaşından sonra denildiğini hatırlıyor gibiyim :))

Zoraki Koca Serisinin Kitapları:
İşte tanıtım yazısı:
Özellikle zengin ve yakışıklı bir erkek için bu zoraki evlilik dehşet vericiydi. Kısıldığı bu kapandan tüm kalbiyle nefret etti. 
Ama sürprizlerle dolu olan karısından değil! Tüm öfkesine rağmen... Tüm intikam isteğine rağmen... Tüm kaçış çabalarına rağmen... Bir türlü karısının şok eden güzelliğinden ve dayanılmaz çekiciliğinden uzak kalamıyordu. 
Aşk savaşında güç kaybeden bir adam için, bazen teslim olmak en iyisidir. Ama bunu anlamak zaman alabilir! Çaresiz bir kadının sessiz savaşı karşısında, zorba bir kocanın an be an yenilişini okuyacağınız, duygu dolu bir Fmarsal romanı daha...

24 Aralık 2013 Salı

2 Irene Cao - Seni İzliyorum


Uzun zaman sonra ilk defa bir kitaptan yarım bırakacak derecede soğudum...Normalde hiç huyum değildir bir kitabı yarım bırakmak ya da bir kitabı 'kötücül' bir şekilde eleştirmek. Gerek yazarın gerek çevirmenin emeklerini göz önünde bulundurup yaparım yorumumu ama bu sefer her şeyi bir kenara bırakıp, düşüncelerimi filtrelemeden söylemek istiyorum! 

Kitabı beğenmedim. Aslında zorla da olsa bitirmeye çalışıyordum ama tek bir cümle kitabı bırakma sebebim oldu! Kitap kesinlikle beklentilerimi karşılamadı! Açıkçası yapılan reklamdan ve alıntılardan sonra biraz Grinin Elli Tonu tarzında bir kitap bekledim. Öyle bir aşk olmasını istedim ama aradığımı bulamayacağımı düşündüren şeyler oldu ve yarım bıraktım! 

Kitabı beğenmemişim, yarım bırakmışım daha ne yorumunu yapıyorsun diye düşünülebilinir ama henüz okumayan ve okumak isteyen takipçilerimize fikir vermek, bu konudaki düşüncelerimi açıkça belirtmek görevim gibi düşünüyorum şuanda! 

Öncelikle normalde pek önemsemesem de bu kitaptaki şimdiki zamanla kurgunun yazılması beni yordu. Dediğim gibi normalde takılmazken bu detaya bu kitapta fazla dikkatimi çekti ve beni yordu, sıktı! 

Arayıp buldum bu cümleyi... o kadar yer etmiş ki bende yazmazsam içimde kalırdı vallahi!

"Burada olsaydın, gitmeseydin, hala seninle sevişiyor olurdum, Leonardo'yla değil."

Tamam ne kitaplar okuyoruz ihanetler diz boyu ama bu laf bendeki ipleri kopardı! Ne yani o kadar mı erkeğe susamıştın! 

Her neyse lafı uzatmayacağım. Kitabı beğenmedim. Aslında bunu söylemek için belki de kitabı bitirmem gerekirdi ama... yok işte yapamadım bitiremedim kitabı!  Tavsiye eder miyim? Bilemiyorum. Tercih sizin diyerek sıyrılıyorum! :)

Ama... özellikle yayınevini takdir ettiğimi de söylemeliyim. Kapak tasarımı, matlığı parlaklığı müthiş bir şekilde göz dolduruyor! Kitap konusu ile olmasa da kapak ile ben buradayım diyor :) Ayrıca cidden okura merak uyandırıcı bir reklam yaptılar ve kitaba inanılmaz ilgi çektiler bu konuda kendilerini ayrıca tebrik ediyorum. Dilerim yayınevinin logosuyla başka kitaplar okuma şansı yakalarım.

Ahh unutmadan kitap "Dei Sensi Üçlemesi"nin ilk kitabıydı. 
  • Seni İzliyorum
  • Seni Hissediyorum 
  • Seni İstiyorum
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum.
Aşkın henüz ne olduğunu bilmeyen bir kadın ve onun sadece karanlık yüzünü bilen bir adamın lezzetli, romantik ve bağımlılık yaratan ilişkileri… 
Venedik’te tarihi bir sarayın fresklerini restore eden Elena, yakışıklı, çekici dünyaca ünlü Sicilyalı restoran şefi Leonardo’nun erotik isteklerine fütursuzca boyun eğer ve bundan zamanla büyük bir haz duyar. Tereddütlerin yerini gün geçtikçe lezzetli oyunlar alır… 
Tadılmamış lezzetlerin ve hissedilmemiş hazların verdiği büyük keyif… 
“Rahatla Elena, düşünmeyi bırak. Bugün görmenin başka yolları da olabileceğini öğreneceksin.” 
“Onlarınki sadece zevki arama yolculuğuydu…”

22 Aralık 2013 Pazar

0 Brenda Joyce - Tehlikeli Aşk


Kalemine tapındığım ve sadece adını duyduğumda kitaplarını aldığım yazarlardan biri Brenda Joyce ve durum böyle olunca da kitabı ayrı bir zevkle, şevkle okunuyor :) Ki bu kitabında her satırında ayrı bir zevk alarak okudum :)

Şimdiye kadar Brenda Joyce'un "De Warenne" serisi olarak 5 kitap okumuştum ve şimdi de o okuduğum kitaptaki karakterlerin mutlu bir evlilikle bıraktıktan sonra onların çocuklarını okumak... ımmm...muhteşem bir tat ve inanılmaz bir keyif verdi. 

11 Aralık 2013 Çarşamba

3 Mark Walden - Higher Institute of Villainous Education (H.I.V.E. #1)


Ve blogumuzda bir ilk yapıp henüz Türkiye'de yayınlamamış bir kitabın yorumunu yapıyorum. Çok heyecanlıyım bu konuda :)

Öncelikle kitabı size tanıtmak istiyorum. H.I.V.E. (Higher Institute of Villainous Education) ilk kitabıyla aynı adı taşıyan serinin (H.I.V.E) ilk kitabı. Seri 8 kitaptan oluşuyor -devamı gelir mi bilemiyorum- ve genç yetişkin türde bir kitap ama bence daha çok genç, çocuk kesimine hitap edeninden :) 

Kitabın kısaca konusuna değinme gerekirse; Otto Malpense adında 13 yaşındaki bir çocuğun kaçırılıp bir adada bulunan H.I.V.E. eğitim kuruluşuna getiriliyor ve burada Otto gibi birçok çocuk bulunuyor. Bu çocuklar bir şekilde yaşıtlarından daha yetenekliler... Okul yetenekli çocukları alıyor ve yetiştiriyor... Kitap zaten Otto ve arkadaşlarının okulda geçen günlerini konu alıyor...

Serinin ilk kitap olduğundan tam bir giriş kitabıydı, her şeyi detaylarıyla anlatıyordu. Eğitim şekilleri, öğrencilerin yetenekleri ve okunan tanımlamalar oldukça iyiydi. Hani cidden okurken gözümde olayları rahatlıkla canlandırabiliyordum.

Yazarın dili, sade ve akıcıydı. Evet zaman zaman sıkıldım sanırım yaşıma hitap etmeyen bir kitap olduğundandı ama yine de bazı yerlerde heyecanlandığımı söyleyebilirim. Ayrıca hiç dur durak bilmeyen bir aksiyon da vardı kitapta bu zaten kitapta en çok hoşuma giden kısımdı. 

Kitabın Türkçe basımı çıkacak, ne zaman çıkar bir bilgim yok ama yayınevlerimizden biri haklarını aldı kitabı dolayısıyla kitabı Türkiye'de raflarda görebilirsiniz. Bu yüzden eğer kitap okumayı seven çocuklar, kardeşler veya sizler isterseniz okuyabilir, tadabilirsiniz kitabı...

Ama... ama... ama... siz yine de bu kitabı çocuklarınıza okuturken dikkatli olun mazallah kötülüğün iyi bir şey olduğunu düşünebilirler şahsen okurken ben bazı anlar için öyle düşündüm :)

Kitabın konusu İngilizce olduğundan o şekilde paylaşıyorum ve şahsen bu kitaba 5 üzerinden 3,5 veririm ben :) 
H.I.V.E. (Higher Institute of Villainous Education) is a top-secret school of applied villainy where children with a precocious gift for wrongdoing are sent to develop their talents into criminal mastermind. After all, ‘villains have the best lines and wear the best costumes’. 
One small catch is that the children cannot leave until training is complete, six years later. With villainy comes a certain freedom of thought, and every year one student in particular will show exceptional talent – after all, it takes the best to produce the worst. 
This year there are two students: Otto Malpense and his new friend Wing Fanchu are both exceptionally bad, and they are definitely not keen on being held against their will for six long years . . .





9 Aralık 2013 Pazartesi

0 Artemis'in Yeni Yazarı Lesley Livingston ve Yeni Kitapları


Artemis'ten yeni kitap haberleri geldi. Yeni bir yazar, yeni bir seri ve bu yeni serinin ilk iki kitabına dair haberler...

Lesley Livingston kaleminden olan Wondros Strage Serisinin ilk iki kitabının matbaadan geldiğini duyurdular. Yayınevi hali hazırda 3 kitaptan oluşan serinin ilk iki kitabını sanırsam aynı zamanda çıkarıyor...

Serinin ilk kitabı "Fevkalade Tuhaf" ve ikinci kitabı ise "Karanlık Işık".

İşte kitaplar ve tanıtım yazıları...


Birbirlerine sımsıkı sarıldıklarında, perilerin en güzeli, gece kadar kara, yıldızlar kadar parlak kanatlarını çırptı ve döne döne göğe yükseldiler... 
“Her sayfa, karanlık büyüler ve tehlikeli ilişkilerle renkleniyor.”Melissa de la Cruz, “Asil Kan” serisinin yazarı 
“Baştan sona büyüleyici!”L. J. Smith, “Vampir Günlükleri” serisinin yazarı 
Lesley Livingston Toronto Üniversitesi’nde İngiliz dili yüksek lisansı yaptı. Arthur Dönemi edebiyatı ve Shakespeare üzerinde uzmanlaştı. Tempest Tiyatro Grubu’nun baş aktristi ve kurucu üyesidir. Lesley’yi www.lesleylivingston.com adresinde ziyaret edebilirsiniz..


Yumuşacık, mor bir ışık yayıldı karanlığa. Kelley döne döne kuleye yükseldi. Kendini tamamlanmış hissediyordu yeniden. Özgür ve gerçek bir peri gibi... Kanatlarına kavuşmuştu. Şimdi, yapması gereken tek bir şey vardı. Aşkı, Sonny’yi bulmalıydı. 
“Karanlık Işık, macera, entrika ve sihirli bir aşkla harmanlanmış büyüleyici bir öykü! Livingston, okurlarını bir kez daha 
Fevkalade Tuhaf’ın zengin ve sihirli dünyasına götürüyor.”Cynthia Leitich Smith, Tantalize ve Eternal’ın yazarı 
Lesley Livingston Toronto Üniversitesi’nde İngiliz dili yüksek lisansı yaptı. Arthur Dönemi edebiyatı ve Shakespeare üzerinde uzmanlaştı. Tempest Tiyatro Grubu’nun baş aktristi ve kurucu üyesidir. Lesley’yi www.lesleylivingston.com adresinde ziyaret edebilirsiniz.



5 John Green - Aynı Yıldızın Altında


Konuya girmeden önce direk şöyle söyleyeyim. Kesinlikle kitap içeriğine gireceğim. Hem de sık sık. Haberiniz ola.

Sanırım bu yorumdan önce kendimden bahsetmem gerekiyor aksi takdirde aranızda saçmaladığımı düşünenler olabilir. Yakınımda olanlar bilir, ben içinde dram barındıran hiç bir şey ile haşır neşir olmam. Bir dram izlemem mesala ya da okumam. Gelin görün ki bu romanın küçük bir alıntısı beni çekmiş bulundu ve ben de tutup kendisini aldım. Aslında garip gelecek biliyorum ama ben kitabı almadan önce sonuna bakarım. Mutsuz son ise o kitap rafına geri konur.

Çünkü kitapların gerçekliğine fazlasıyla dahil oluyorum. Birisi öldüğünde o boşluğu gerçek anlamda hissediyorum. Aşırının aşırısında duygusalım ve gereksiz yoğunlukta bir empati yeteneğim var. Ağlaması normal olan küçük çocuklar dışında hiç kimsenin ağlamasına dayanamam çünkü yalnızca ağlayan birisini görmem, "Kim bilir neler yaşadı? Ne hissediyor?" cümleleri ile başlayan son derece fazla şey düşünürüm.

İşte bu yüzden bu kitabı bir daha asla okumayacağımı düşünüyorum çünkü içimde ciddi bir hüzün bıraktı. Okurken sık sık ağladım. Buna engel olmanızın bir yolu yok. Çünkü Aynı Yıldızın Altında acıtasyondan uzak durmaya çalışan acıtasyon dolu bir kitap.

Önce sayfalar boyunca öleceğini bilen ve bir yandan bunu umarsamamaya çalışıp bir yandan fazlası ile umursayan çocukları, sonrasında ise ölüme yaklaştıklarındaki perişanlığı daha sonrasında da ölümü okuyorsunuz. Tabii geride kalan ve ölümü bekleyerek onun ölüm acısını çeken başka bir çocuk kalıyor. Kaçınılmaz olarak...

Anlamadığım bir şey var: Neden efsane olan fimler ve romanlar hep mutsuz sonla biter? İnsanlar üzülmekten hoşlandıkları için mi? Üzüntülerini sevinçlerinden daha çok hatırladıkları için mi? Yoksa kendi hayatlarına şükretmeleri gerektiklerini hatırladıkları için mi?

Aynı Yıldızın altında için "efsane" yorumu yapmayacağım. Eleştirebileceğim çok nokta var. Misal yazarın dili... Çok mekanik. Evet, farklı bir tat veriyor ve bir süre sonra kendisine alıştırıyor ancak farklı olması gereken karakterlerin aslında ne kadar aynı olduklarını fark ettiniz mi? 

Romandaki tüm karakterler insanda aynı algıyı bırakıyor. Tabii yazarın katlanılmaz olarak tanımladığı, aslında normal diyebileceğiniz insanlar dışında.

Neredeyse tamamı çok zeki. Çoğu insanın günlük hayatında neredeyse asla kuramayacakları karmakarışık cümleler kurarak konuşuyor ve bunları hiç sorun olmadan anlayabiliyorlar. Bazı, ilk kez duyduğum kelimeler için de aynı şey geçerli.

Kabullendikleri ve kabullenmedikleri şeyler de birbirine çok yakın. Davranışları benzer ve hem çok duygusal hem de çok duygusallıktan uzak. Ki o "çok duygusal" kısmı kitaba katan da tamamen bir okur olan benim duygusallığım. En azından kendi düşüncem bu.

Yazarın özel olarak olayları dramatize edebilecek şeylerden kaçtığını düşünüyorum çünkü bazı yerler olması gerektiğinden çok daha fazla duygu noksanlığıyla doluydu. Dedim ya: Çok mekanik.

Gus'u ve Hazel'i cidden sevdim ama bence daha güzel bir hikayeyi hak ediyorlardı. Bazı eleştirileri okuyorum, okur ve yorumcu arkadaşlarımız o kadar çok "profesyonel gerçek hayatçı" ki kitaplardaki bazı toz pembeliklerden aşırı rahatsızlık duyuyorlar. Evet, kitaptaki gerçeklik önemli, bakınız ben de duygu eksikliğini hissettim ama bir yere kadar... Aşırı gerçeklikler bulduğum romanlardan da rahatsız oluyorum.

Zaten o gerçekliği bizzat yaşıyorum. Açıp bir haber okuduğum da yaşamadığım gerçekliklere de fazlasıyla dahil oluyorum. Bana, beni o gerçeklikten kaçıracak romanlar lazım.

Her neyse sanırım yorumum amacından biraz saptı çünkü saçma olsa da yazara ve romana kızgınım. Sonunda böyle hissedeceğimi bilerek bu romanı okuduğum için de kendime.

Hala sıkılmamışsanız ve yorumu okumaya devam ediyorsanız, sizin için şöyle özetliyeyim: Bu roman, normal bir insanın okurken ağlayacağı bir roman. Bu konuda sıkıntı çekebilirsiniz. 5 üzerinden not verecek olsam 3,75 verirdim.

Evet, filmini izleyeceğim (belki). Evet, zaman zaman elim, kitabın mutlu sayfalarını okumak için yeniden kendisine uzanacak ama kitabı tamamen okumayı bir daha asla düşünmüyorum. Bu kadar kitaptan etkilenmemde de yazarın başarısı yüzde yetmiş civarındadır onu da söyleyeyim. Belki de daha az. Asıl neden, benim rahatsız edici, gereksiz duygusallığım. Muhtemelen insanlara kitabın bu denli güzel olduğunu düşündüren de okurların bana yakın derecede duygusal oluşu. Ve bir de insanların, kalabalığın iyi olduğunu söylediği bir şeyin iyi olduğuna inanma dürtüsü...

Son bir not: Bu roman, benim gerçekten yapmak istediğim yorumu yaptığım neredeyse ilk romandı. Çünkü zor beğeniyorum ve haksızlık etmemeye çalışarak bazen, hissettiğimden bir tık da olsa daha iyi şeyler yazıyorum. Çünkü onlarca kişinin beğendiği şeyi beğenmeyen ya da daha az beğenen kişi olmak garip hissettiriyor.

Ama bu roman itibari ile bundan vazgeçiyorum. Evet, zor beğeniyorum ama sanırım benim yorumlarım da benim gibi zor beğenenlere hitap edecek. Hem kim bilir, belki de beğenmediklerimi beğenenler, kolay beğeniyorlardır :) Ya da ben cidden çoğunluktan farklı düşünce yapılarına sahibimdir. Kısacası, artık bu beni rahatsız etmeyecek. 

İşte hepsi bu. Susuyor ve konuyu sizinle paylaşıyorum. Çünkü yazmaya devam edersem, bu yorum bitmez.
Aynı Yıldızın Altında 
Hayatın Anlamını Bulmanın, Âşık Olmanın ve Alınan Her Nefesin Farkına Varmanın Öyküsü
On altı yaşındaki kanser hastası Hazel Gracein birkaç yıl daha yaşamasını garanti eden tıp mucizesine rağmen hastalığı ölümcüldür ve konulan teşhisle birlikte yıldızlar, öyküsünün son bölümünü çoktan kaleme almıştır. 
Fakat Augustus Waters isimli yakışıklı bir sürpriz karakter, Kanserli Çocuklar İçin Destek Grubunda boy gösterince Hazelın hayatı bambaşka bir yöne sapar ve bu zeki çocuğun çekimine karşı koyamayan kızın öyküsü yeniden yazılır... 
TIME dergisi, 2012nin En İyi Romanı 
Goodreads, 2012nin En İyi Genç Yetişkin Kitap Ödülü 
New York Timesın En Çok Satanlar Listesinde #1 
Wall Street Journalın En Çok Satanlar Listesinde #1 
Amazonun En Çok Satanlar Listesinde #1 
Indieboundun En Çok Satanlar Listesinde #1

"Hayata, ölüme ve araya sıkışanlara dair bir roman olan Aynı Yıldızın Altında, John Greenin en iyi kitabı. Kahkaha atıyor, ağlıyor, hızınızı alamayıp tekrar okuyorsunuz."
                                                Markus Zusak, Printz ödüllü bestseller yazarı
"Aynı Yıldızın Altında evrensel konuları ele alıyor: Sevilecek miyim? Hatırlanacak mıyım? Bu dünyada bir iz bırakabilecek miyim?"
                                                Jodi Picoult, New York Times bestseller yazarı
"Dâhiyane... Çok etkileyici... Güçlü ve saf duygularla korkusuzca yüzleşebiliyor."
                                               TIME
"Green, okurların aklından uzun süre çıkmayacak, göz kamaştıran iki gencin öyküsünü iyi bir gözlem yeteneği ve empatiyle anlatarak, rafta duracak bir kitaptan ötesini yazmayı başarmış."                                                    People
"Bu romanı çekici kılan şey dakikada bir heyecanlı bir patlama yaşanması değil, sayılı günler içinde sonsuzca yaşamaya çalışan karakterlerin gerçekliği."
                                               The Washington Post
"Buruk bir komedi, akılları baştan alacak bir romantizm ve insana hayat ile ölüme dair sorulan büyük soruları keyifle ve uzun uzun düşündüren bir kitap."
                                               Horn Book
"Aynı Yıldızın Altında bir aşk hikâyesi. Son dönem edebiyatın en içten ve dokunaklı romanlarından biri ama aynı zamanda korkunç bir zekâ, cesaret ve hüznün varoluşsal trajedisini de anlatıyor."
                                               Lev Grossman, TIME

3 Aralık 2013 Salı

2 Jennifer Probst - İlk Öpücüğün Büyüsü [ Marriage to a Billionaire #1 ]


Uzun zamandır okumak isteyip ama bir türlü alamadığım ve sonunda alıp da hemencecik okuduğum kitap "İlk Öpücüğün Büyüsü" bitti :)) 

Kitabı cidden cidden çok beğendim :) 

İlk olarak hep yaptığım gibi yapıp yazarın kalemine değineceğim. Akıcı, sürükleyici ve oldukça sade bir anlatımı var yazarın. Esprili yaklaşımlar, sohbetlerde hem kitabı hem yazarın kurgusunu hem de kalemini bence bir adım daha ileri götürmüş. 

Kitapla ilgili yorumuma geçmeden önce de kitap hakkında bil vereyim :) "İlk Öpücüğün Büyüsü" kitabı, "Marriage to a Billionaire Serisi"nin ilk kitabıydı seri şuanda 4 kitaptan ve bir novelladan oluşuyor. Romantik komedi tadında bir kitap. 

Kitabın bir aşk romanı olduğunu bilerek başladım ve açıkçası yeni tanıdığım yazarlarda büyük bir beklentiyle okumam ama eğer bu kitabı büyük beklentiyle okusaydım da beklentilerimi karşılayacakmış. Okurken sinirlendiğimde oldu eğlendiğim de oldu. 

Buradan sonra kitap içeriğine giriyorum :)

Nick'in Alexa'ya küçüklüğünde yaptıklarından sonra dönüp dolaşıp bu kadına aşık olması onun açısından durum biraz trajedikti, ama Alexa içinse tam bir kader... :) Kız başında söylemiş seninle evleneceğim diye :D

Neyse, Nick'in Alexa'ya karşı takındığı bazı tavırlar cidden çok sinir bozucuydu hatta bazen bilerek sinirlendirmesi, kendini kontrol edemeyip aşağılaması falan Nick'i parçalama isteği uyandırdı desem yalan olur nedense daha ilk sayfalardan Nick'i sevdim ya :)

Alexa'nın köpekleri eve aldığı sahne harikaydı çok eğlendim o sayfalarda bir de Alexa'nın Nick'in başından aşağıya tatlı döktüğünde çok eğlendim :) 

Nick'in kıskançlık krizleri çok iyiydi. Her ne kadar anlaşmalı evlilik dese de kadınına sahip çıkma tavrı... bravo :) Daha ilk başlarda Nick'in ofisinde yaptıkları anlaşmada Alexa'nın takındığı tavırlar içimdeki feminen duyguları ayaklandırdı ve yürü be kızım dedirtti :) 

Ahh bir de bazı benzetmeler vardı ki... çok hoşuma gitmişti hele Nick'in Alexa'yı amip cinsi bir canlıya benzetmesi çok güzeldi :)) 

Daha fazla uzatmayacağım ve kısa keseceğim. Ben şahsen çok beğendim kitabı ve seriyi takip edecek 2. kitabın çıkmasını bekleyeceğim :) 

Kısacık sıcacık, çabucak biten, yazarın her şeyi tadında bıraktığı bir kitaptı ve eğer aşk romanlarını seviyorsanız tavsiye ederim okuyun :)

Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:
Bazı anlar büyülüdür. Herkesin o anla ilgili bir hayali vardır. İlk öpücük, ilk evlilik teklifi, evet denen o an… 
Alexa için bu anların hiçbiri hayal ettiği gibi gerçekleşmemişti ve bunun tek bir nedeni vardı: Nick. 
Daha lisedeyken onu öpen ilk erkek Nick olmuştu. Yıllar sonra karşılaştıklarında aniden evlenme teklif eden de Nick’ti. Tabii söz konusu Alexa olduğunda, bunun, birbirini seven iki insanın yapacağı türden ‘normal’ bir evlilik olması beklenemezdi. Aralarında bir anlaşma yapacaklardı. Bu anlaşma bittiğinde yollarını sessizce ayıracaklardı. İkisinin de bu sahte evlilikle elde edeceği bazı şeyler vardı. Bunlar için birbirlerine bir yıl katlanacaklardı. Katlanabilirlerse… 
“Bu hikâye kalbinizi çalacak.” Lori Wilde 
“En iyi romantik komedi yazarlarından biri.” USA Today

0 Julia Quinn - Kayıp Dük


Ve ve ve... Bir Quinn kitabı daha bitti. Bu kadının kalemine, karakterlerine, kurgularına tapıyorummm :))

"Brigdertons Serisi" ile tanıyıp sevdiğimiz yazar Julia Quinn'in yeni serisi "Two Dukes of Wyndham" serisinin ilk kitabını Epsilon yayınlamıştı ve ben Tüyap'ta bulamamış ardından girdiğim birçok mağazada bulamamıştım ve bir gün denk gelip de görünce hemen almış ve henüz yeni okumaya fırsat bulmuştum. Kitaplarını aldığıma hiçbir zaman pişman olmayacağım yazarlardan birisi Quinn. 

Yorumu yazarken bile heyecanlanıyorum :)

Öncelikle kapak tasarımını çok sevdim cidden sanki orijinal kapakmış gibi bir izlenim yaratıyor ve yazarın diğer kitap kapaklarından oldukça farklı :) Çok beğendim :)

Zaten kitabın konusuna ve kurgusuna diyecek bir sözüm yok :) 

Şu dakika kitap içeriğine gireceğim :) 

Jack'in tavırları, asi, serseri, umursamaz ve çekici davranışları çok sevimliydi ama ne olursa olsun benim bu kitaptaki tek kahramanım Thomas oldu :) Cidden düklüğü bence Jack'ten daha çok hak ediyordu. Hani dük olarak yetiştirilmiş olmasının yanı sıra cidden bir Dük'te olması gereken asillik, doğruluk, adillik vardı kendisinde. Kahramanım oldu ve ben şahsen Grace olaydım Jack'i değil Thomas'ı tercih ederdim. :)

Şaha bir yana ilk defa bir kitapta yan karakterlerden birine bu kadar hayran oldum :) Serinin 2. kitabı Thomas'ın kitabı onu okumayı dört gözle beklemedeyim :)

Neyse... Jack ve Thomas'ın kitabın sonunda gerçeği öğrenmek için papaz evine gittiklerinde Thomas'ın tavırları cidden alkışlanacak şekildeydi. Asil ve fazla adildi... 

Ayrıca yaşlı düşese çok sinir oldum. Ayy parçalayasım geldi. Vallaha Grace iyi dayandı :) zaten Thomas ve Jack arasında düşes hakkında geçen konuşmalarda çok eğlendim :)

Ahh, bir de kitapta çok hoşuma giden iki paragraf vardı onları sizlerle paylaşmazsam içimde kalır :)

*** 
Jack ondan vazgeçmeyecekti. Bunu yapamazdı. Hayatında ilk defa kalbindeki tüm boşluğu dolduran birini bulmuştu.  
Bir kez İrlanda'ya gidip aradıklarını sandıkları şey her neyse onu bulduklarında, kendisinin kim olacağını bilmiyordu. Ama kim olursa -dük, haydut, asker, düzenbaz- Grace'i yanında istiyordu.
***

Çok uzatmayacağım ve yorumumu bitireceğim. Ben Julia Quinn'in kitaplarını herkese öneriyorum. Kadın aşkı hissettiriyor ve kaleminin gücü ile müthiş kurgular yaratıyor. Okuyun mutlaka :)

Two Dukes of Wyndham Serisi
Kitabın konusunu aşağıda paylaşıyorum:

Jack Audley bir hayduttur. Bir zamanlarsa asker…Ve her zaman bir çapkındır. Hayatta en son istediği şeyse, yüzlerce kişinin hayatından ve kadim bir mirastan sorumlu bir asilzade olmaktır. Fakat soylu Wyndham Ailesi’nin uzun zamandır kayıp oğlu olduğu ortaya çıkınca, kaygısız hayatı bir anda sona erecektir. Eğer gayrimeşru olmadığını da kanıtlarsa, o zaman kendisini hiç istemediği bir konumda bulacaktır: Wyndham Dükü. 
Grace Eversleigh son beş yılını, dul Wyndham Düşesi’nin refakatçisi olarak, didinerek geçirmiştir. Günlük rutininde çok az değişikliklerin olduğu, asla takdir edilmediği bir iştir bu…ta ki Jack Audley, kendinden emin gülümseyişi ve tatlı çekiciliğiyle bir anda hayatında belirlene dek. Jack, “hayır”ı cevap olarak kabul etmeyen bir erkektir ve Grace onun kollarındayken kesinlikle hayır demek isteyen bir kadın değildir. Ancak ortada bir sorun vardır: Jack gerçek dükse, o zaman o sahip olamayacağı tek erkektir.