30 Kasım 2012 Cuma

3 Diana Palmer - Büyük Yalan


Yazarın ilk okuduğum kitabıydı ve kalemine hayran kaldım. Aşırı derecede sürükleyici bir kalemi var kitap nasıl bitti anlamadım. Resmen bir içim su gibi kitaptı. Bundan sonra özellikle takip edeceğim bir yazar oldu.

Kitabın konusunu zaten beğenerek almıştım ve aldığıma da hiç pişmanlık duymadım. Her ne kadar Powell'a kızsam da yaptıklarına sinir olsam da Sally'den nefret etsem de aşık bir adamın yaptıklarıydı bir yerde yaptıkları. Ama Sally'den nefret ettim.

Antonia'nın Meggie ile aralarında yaşananlardan sonra Arizona'ya geri gittiğinde Powell'in Bill'in evindeki konuşmalarında ağladım. O kadar duygusaldı ki.... ve o an ki Powell'in durumu o kadar çaresizdi ki... cidden ağlattı beni...

Ama insanın asıl içine dokunan yer ise Meggie'nin Antonia ile barakada buzağının bölmesinde yaptıkları konuşma ve Powell'in kızı ile yaptığı alışveriş macerasıydı... Tamam itiraf ediyorum alışveriş sırasında ikisinin birbirine sarılmaları da ağlattı. Çok duygusal anıma denk geldi ya da çok duygusal sahnelerdi o kadar içime dokundu ki... Yazar gerçekten okuyucuya dokunacak kelimeleri seçmiş resmen.

Meggie'nin güvensizlikleri, Powell ile Antonia'nın evliliklerinden sonraki davranışları o kadar insanın içine işliyordu ki... sanırım henüz küçük bir çocuk olduğu için ya da hiç sevgi görmemiş ve nasıl bir şey olduğunu bilmeyen bir çocuk olduğu için bilmiyorum. Meggie her okuyucunun içine dokunacak bir karakterdi kitapta.

Kitabın tamamı aşkla dokunan kelimelerle doluyordu. O kadar romantik ve sevgi dolu bir kitaptı ki okumak da ayrı bir zevkti. Kitabı çok beğendim ve her satırından zevk alarak okudum. Sizlere de tavsiye ederim, kitabı eminim ki okuyunca çok beğeneceksiniz.


Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum:

Powell Long bir zamanlar Antonia Hayes’in nişanlısıydı...
Küçük kasabada çıkan dedikodular iki gencin aşkına zarar vermiş, Antonia’yı doğduğu topraklardan kaçmak zorunda bırakmıştı. Yıllar sonra genç kadının annesinin cenazesine Powell da gelmişti. Hem de kızıyla birlikte... Aradan dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen o, halen Antonia’ya nefretle bakarken, Antonia onun yanındaki siyah saçlı küçük kıza güçlükle bakabilmişti. Bu çocuk, vaktiyle Powell’ın onu, Sally ile aldattığının nişanesi gibiydi.
Babalık, Powell’ın ne huysuz tabiatını ne de hayatı boyunca istediği kadına olan duygularını değiştirmişti. Antonia ile yüzleşmeyi çok istemesine rağmen, ona olan nefretini bir kenara bırakamıyordu. Dokuz yıl boyunca Antonia'nın hayatında neler olmuştu kim bilir...
Gerçekten masum muydu yoksa suçlu mu? 
Yaşananlardan ötürü pişmanlık duyuyor muydu?
Şimdi bu kadar yorgun, bitkin ve solgun görünmesinin sebebi mutsuzluğu muydu yoksa bilmediği gerçekler miydi?

29 Kasım 2012 Perşembe

1 Osman Aysu - Kutsal Resim


"Vay canına...." diyerek başlıyorum yorumuma.. Değişik oldu bu yorum farkındayım ama gerçekten vay canınalık bir kitaptı.

İtiraf etmek gerekirse böyle kitapları okudukça Türk yazarlarımızın ne kadar kaliteli ve yetenekli olduğunu görmek gurur verici... Yazarımız, Osman Aysu'nun ellerine sağlık gerçekten muhteşem bir kurgunun kusursuzca hayata geçirilmesini sağlamış. Kitabın her satırını ayrı bir zevkle okudum.

Kutsal Resim... Biraz gerilim, biraz polisiye karışımıydı ve her satırında merak uyandırıcı detaylarla süslenmişti. Bu türdeki kitapları yabancı yazarlardan ve yabancı isimlerle okumaya o kadar alışmışım ki şimdi Türk isimleri ile okumak garip geldi :)

Kitaba dair detaylı yorum yapmak gerekirse, başlangıç kısmını çok çok sevdim. "Asılar Öncesi..."nden kısa bir bölümle başlayıp sonra günümüze gelmesi ilginç gelmişti ve bu filmlerde alıştığımız ama kitaplarda görmediğimiz bir detaydı çok hoşuma gitti. Daha sonra bu kısa geçmişle nasıl bağlantı kurulacağını heyecanla okurken bir baktım kendimi bir kovalamacanın içinde hissettim. Kaçırılan ressam, takip eden ressamlar eli silahlı Araplar... Adrenalin yüklü film gibiydi. Uzun zamandır okumamıştım böyle kitap inanılmaz iyi geldi.

Kitabın sonunu ise hayatta tahmin edemeyeceğim şekilde bitmesi beni şaşırttı. Kitaplarda şaşırmayı severim. Tahmin edilebilir kitaplar pek tatmin etmiyor okuyucuyu en azından beni etmiyor. Ama bu kitap gerçekten şaşırttı sonu. Amr Zahri gerçekten haklıydı son olarak Yalçın'a yaptığı teklifte ve sonunda ne olacak diye okurken son iki sayfada gülümsedim.

Çok uzatmayacağım yorumumu kitabı çok beğendim. Gerçekten yazarımız harika bir eserle tanıştırmış bizi. Konusu ilginçti, olayların gelişmesi heyecanlıydı... Herkese tavsiye ederim...

Ahh bir şey daha söylemek istiyorum. Kitabı okurken bazı yerlerde kendimi çok yetersiz hissettim. O da yazarımız günlük konuşma diliyle yazmamış ve edebiyatımızın ve Türkçe'mizin yeni nesilin kullanmadığı birkaç kelimeyi kullanmış. Açıkçası itiraf ederken kendimden utanıyorum ama bazı kelimeleri ilk defa duydum ve anlamını bile bilmiyordum. Kitap sayesinde öğrendim. Bu da yazarı beni gözümde daha da yüceltti aslında. Günümüzde günlük konuşma dili ile yazılan kitaplar çoğalırken edebiyatı tam anlamıyla kullanan yazarların eserlerini el üstünde tutmamız gerektiğine inanıyorum.

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

Bir Resim! Çok eski, ilkel ve paha biçilmez.
Akıl almaz olayların başlatıcısı olan bu resmin gizemi nedir ?Kimdir bu resmin ressamı ? Belki de ressamdan daha önemli olan, kimin resmedildiğir.
Büyük ve kanlı bir bulmacanın girdaplarında gezinirken sır kendini hiç beklenmeyen bir yerden gösterecek.
Kutsal Resim i soluk soluğa bir tempoyla okurken bu soruları roman bittiğinde bile soracaksınız.
Kutsal Resim, gizemini okuyucusunun ruhuna hançer gibi saplayan, temposu hiç azalmayan bir roman.

26 Kasım 2012 Pazartesi

6 Julia Quinn - Öpüşünde Saklı


Bridgerton Serisinin 7. kitabı... ve favori Bridgerton kitaplarımdan biri haline geldi. Yazar kesinlikle harikalar yaratmış bu kitaplar. Hem eğlenceli hem romantik hem duygusal hem de birazcıcık adrenalin yazmıştı ve bayıldım. Hele Hyacinth ile Gareth'in konuşmalarında ya da Leydi Danbury'nin sözlerinde kahkaha attığım noktalar oldu.

Kitap içeriğine giren bir yorum yapabilirim. Çünkü şu dakika kendime engel olamayacağım.

Kitabın Gareth ile başlaması ve yazarın onu bize tanıtması harikaydı ve babası ile olan sürtüşmesini ve birbirlerine bu kadar kin beslemelerinin sebeplerini bilerek okumak Gareth'a hak vermemize yaradı hep.

Hyancinth... Ne diyebilirim ki? Leydi D'nin daha genç versiyonu gibi. Ama yine de Londra Sosyetesi'nde görmeye alışık olmadığımız bir karakter olduğu değişmez bir gerçek.

Gareth'in Anthony ile olan konuşmalarında diken üstünde olması ve sonra Leydi D.'nin karşısında evlenme teklif etmesi falan harikaydı. Ama beni asıl güldüren Gregory ile Hyancinth'in konuşmaları oldum. Kahkaha attım resmen. Deli çocuk bu Gregory Bridgerton. Onun kitabını da heyecanla bekleyeceğim.

Hyancinth'in Gareth'in evine gittiği zamanki yaşananlar harikaydı. Gareth'in öfkelenmesi, sözleri, korumacı tavırları... Çok erkeksi ve aşk doluydu...

Büyükanne Isabella'nın günlüğü ile gelişen olaylar tam anlamıyla heyecan vericiydi. Ne yalan söyleyeyim ben bile heyecan yaptım. Ama sonunda elmasları bulamadılar da kızları buldu da harikaydı. Tabi yine elmaslar sırra kıdem bastı o ayrı olay... Günlüğün içerisinde Gareth'in gerçek babası hakkında yazanlar da gerçekten ilgi çekiciydi.

Kıssadan hisse sevdiğim bir kitap oldu. Bridgerton ailesini her ne kadar sevsem de diğer aile üyelerinin kitaplarından çok daha eğlenceli ve güzeldi bence... Hep Anthony, Colin ve Daphne'nin kitapları favorim derdim ve şimdi onlar ikinci planda en favori kitabım bu oldu. Şiddetle tavsiye ederim seriyi okuyun ve zaten seriyi takip edenler de en kısa zamanda bu kitabı okusunlar. Emin olun ayırdığınız her dakikaya değecektir.


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:


Gareth St. Clair ciddi bir çıkmazdadır. Ondan nefret eden babası St. Clair mülkünü ve mirasını mahvetme yolunda ilerlemektedir. Garethın elindeki tek şey geçmişin sır perdesini kaldırabilecek ve geleceğin anahtarı olan eski bir aile günlüğüdür. Sorun şudur ki günlük İtalyanca kaleme alınmıştır ve genç adam bu dilde tek bir kelime dahi bilmemektedir.
Sosyete bir konuda hemfikirdir: Hyacinth Bridgerton kimselere benzememektedir. İnanılmaz derecede zeki ve açıksözlüdür. Fakat ona dair bir şey - çekici ve eziyet verici - Garethı nedense etkisi altına alır.
Her yıl düzenlenen Smythe-Smith Müzikalinde ikilinin yolları kesişir. Hyacinth İtalyancası mükemmel olmasa da ona günlüğü çevirmeyi teklif eder. Fakat gizemli satırları incelerken peşine düştükleri tüm soruların cevabını birbirlerinde bulurlar. Artık hiçbir şey kusursuz tek bir öpücük kadar saf değildir
Günümüzün Jane Austenı. - Jill Barnett
Tam anlamıyla kusursuz bir hikâyeci. - Publishers Weekly

0 Julia Quinn - Son Söz Aşkın


Julia Quinn'in kalemini seven biri olarak bu kitabını çok da beğenmedim açıkçası. Ha yine zevkle okudum bazı yerlerinde eğlendim bazı yerlerinde aşk için fedakarlıkları gördüm. Ama yine de biraz alışılagelmiş bir konusu vardı. Başları biraz Külkedimsi tarzdaydı. Onun gibi üvey anne ve kardeşlerle yetişmiş bir kız ve gizlice baloya katılıyor ve kendi beyaz atlı prensini buluyor... Konusu bana Külkedisi'ni anımsattığı için pek sevmedim. Yani özgünlük anlamında sevmedim. Onun haricinde güzel bir kitaptı ki bazı yerlerde eğlenirken bazı yerler gülümseyerek aşkı okuyorsunuz...

Sophie'nin bazı huylarına sinir olduğunu söylemem gerek özellikle hakkını aramayışı ve hep kendini geri çekip önemsiz hissetmesi bazen sinir bozucuydu. Benedith ise hep maskeli balodaki kadında takılı kalmıştı. Teknik olarak aradığı kadın burnunun dibindeyken bile tanımadı.

Hep merak etmişimdir sadece bir elbise ve maske ile bir insan karşısındaki nasıl tanımaz ya... Neyse :)) derin bir konu girmeyeyim buraya :)

İçerisinde heyecan verici yerler vardı Benedith'in Sophie'yi tanıdığında ve sonrasında gelişen olaylar ya da Benedith hasta olduğunda veya Sophie sarhoş bir grup tarafından saldırıya uğradığında... :) Adrenalin olan yerler vardı ve bu biraz da Quinn'in kaleminde sevdiğim başka bir şey :)

Uzun lafın kısası çok sevdiğim bir aile Brigderton Ailesi ve bu serinin kitaplarını da zevkle okuyorum sadece diğerlerinde aldığım zevkten biraz daha az zevk verdi konusu dolayısıyla... Tavsiye eder miyim? Tabi ki tavsiye ederim bu seriyi okuyup da tek bir kitabını tavsiye etmeyecek kişi yoktur diye düşünüyorum... Bende bir tadına bakın :)


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:


Şahane Bir Kadının Gizli Günlüğü, Yüreğe Söz Geçmiyor, Bana Sevdiğini Söyle adlı çok okunan kitaplarından sonra yeni kitabıyla beklenen, Epsilon okurlarının zevkle takip ettiği yazar Julia Quinn’den yepyeni bir roman…
“Günümüzün Jane Austen’i.” -  Jill Barnett
“Julia Quinn sizi tatlı düşlere sürükleyecek.” - Romantic Times
Sophie Beckett, aslında bir kontun kızı olmasına rağmen ne Leydi Bridgerton’un meşhur maskeli balosuna gideceğinin ne de Beyaz Atlı Prensi’nin onu orada beklediğinin hayalini kurmaya cesaret edebilir çünkü kibirli üvey annesi tarafından köşkün hizmetçisi olarak kullanılmaktadır. Ama daha sonra, gizlice içeri girmeyi başardığı baloda çekici ve yakışıklı Benedict Bridgerton’un güçlü kollarının arasında dans ederken kendini kraliyet ailesinden birisi gibi hisseder. Yalnız ortada bir sorun vardır, saat geceyarısını gösterdiğinde bu sihrin sona ermesi gerekmektedir.
Kimdi bu olağanüstü kadın? O büyülü geceden sonra, gümüş elbiseli kadının güzelliğiyle adeta kör olmuş Benedict’in gözü başkasını görmez, ta ki kendini, ona garip bir şekilde tanıdık gelen hizmetçi kıyafeti giymiş o alımlı kadını içine girdiği tatsız durumdan kurtarmak zorunda hissedene kadar…

21 Kasım 2012 Çarşamba

1 Matthew Quick - Umut Işığım


Umut Işığım tam insana umut olabilecek bir kitap... Yazarın dili çok iyiydi okuyucuyu sıkmıyordu tabi bazı küçük detaylar vardı okurken sıkıldığım ama ona daha sonra değineceğim. İnsanın kendinden küçük de olsa parçalar bulabileceği bir kitaptı. Karakterler zaten günlük hayatımızda yaşama olasılığı çok yüksek olan özellikteler... Ayrıca konusu da alışılagelmişin dışındaydı, kelimenin tam anlamıyla 'özgün' bir kitaptı. Daha önce hiç tanık olmadığımız bir konusu vardı.

Öncelikle kitabın kötü tarafı olan ve beni sıkan detaya girmek istiyorum. Kitapta futbol terimleri çok vardı ve bilmeyen ve ilgilenmeyen okuyucuları sıkacak bir özellikti. Şahsen bir bayan olarak ve futbolla ilgisi olmayan biri olarak sıkıldım okurken ve itiraf etmek gerekirse terimlerin hiçbirini de anlamadım. Kitabın tek kötü yanı buydu...

İyi yanları ise insana umut etmeyi, bir şeyler için savaşmayı ve azmetmeyi gösteriyor...

Pat ve Tiffany'nin arasındaki sıra dışı arkadaşlar ve birbirlerine davranışları çok sevimliydi bence. Nikki'yi elime geçirsem parçalarım dedim. Şimdi okumayan ve kitabın sonuna kadar gelmeyen kimse Nikki'nin ne tür bir suçlu olduğunu bilmeyecek ve bende kitap içeriğine girerek söylemeyeceğim ama bana kitap şunu bir kez daha gösterdi. Pat'in kardeşi çok sevimliydi arkadaşları da öyle ayrıca psikologu... Gerçekten öyle psikologlar var mı diye düşündüm :)

Neyse çok konuşursam kitap içeriğine gireceğim. Ben tavsiye ederim okuyun... Evet bir bayan olarak maç sohbetlerinde sıkıldım ama onun haricinde kitabın her satırından zevk aldım. Özellikle Pat'in ailesi -babası ile olan ilişkisini okumaktan...

Ayrıca kitabın filmi de çekildi ve 4 Ocak'ta vizyona giriyor, bunu da küçük bir not olarak düşeyim dedim :)

Kitabın konusunu aşağıdaya yazıyorum:

Pat Peoples ile tanışın. Patin iyimserliğe dair bir teorisi var: Hayatının, yapımcılığını Tanrının üstlendiği bir film olduğuna inanıyor. Ve mutlu sona ulaşması için Tanrı ona fiziksel olarak formda olmasını, duygusal açıdansa kitap okumasını emrediyor; bunun karşılığında ayrıldığı karısı Nikkinin ona geri dönmesini sağlayacak. (Patin uzun yıllar bir akıl hastanesinde yattığını söylersek umarız şaşırmazsınız.)
Umut Işığım, bir adamın hafızasını yeniden kazanmaya çalışırken karısının ihanetiyle yüzleşmek zorunda kalmasına dair gürültücü ve keskin hikâyesini anlatıyor. Matthew Quick bizi Patin zihninde dolaştırıyor, hünerli kalemiyle bize onun sevimli olduğu kadar çarpık bakış açısıyla bambaşka bir dünya gösteriyor. Bu dokunaklı ve eğlenceli roman, depresyon ve aşka çok farklı bir gözle bakmanızı sağlayacak. 
O yüzden elimden gelenin en iyisin yapıyorum ve etrafımızı saran aynalarda göz ucuyla dansımızdan parçalar yakaladığımda Gerçekten kusursuz dans ediyoruz! diye düşünüyorum. Bitirdiğimizde çok heyecanlanıyorum, çünkü kazanacağımızdan adım gibi eminim; kendimizi bu kadar adayıp hayatımızdaki bir sürü şeyden feragat ettikten sonra kazanmamamız mümkün değil. Bu kısa film, kesinlikle mutlu sonla bitecek!

19 Kasım 2012 Pazartesi

0 Vefa Enver - Aşka Dönüş



Pembe bir kitap ve Vefa Enver kaleminin sonu... Sevgili pembe kraliçemizin kalemine dair bir şey söylemeyeceğim zaten diğer bütün kitaplarını okuduktan sonra ve her seferinde aynı sözleri söyledikten sonra gerek yazarımıza gerekse kalemine taptığımı anlamışsınızdır. Bu yüzden direk kitaba dair yorumuma girmek istiyorum...

Kelimenin tam anlamıyla kedi-köpek gibi didişmenin ne demek olduğunu anlatacak en iyi örnek Hakan ve Perim... Cidden atışmalarını, tartışmalarını, birbirlerine üstünlük taslama ve zafer kazanma çabalarını okumak inanılmaz derecede keyifliydi. Hatta çaktırmayın kahkaha atarak güldüğüm yerler bile oldu o derece yani...

Esra'ya laf söylemiyorum zaten Esra'yı anlatmaya yetecek kelime olacağını sanmıyorum ayrıca daha ilk başlarda Yavuz'la onları yakıştırmıştım ki tahminim doğru çıktı... Esra & Yavuz çiftine ne desem bilemedim ama Yavuz'a söyleyecek bir çift lafım var. Yavuz eğer boşanma kararı alırsa avukat masraflarını ben karşılarım  :)) yani düşünün Esra nasıl biri. :) Ama itiraf edeyim Esra'nın Berna hakkında söylediklerinde çok güldüm :)

Hakan ve Perim'in evde boşanmadan önce geçirdikleri son gece okurken tüylerimi diken diken etti. Gerçekten Hakan'ın bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmiyordum. Şahsen ben olsam Perim'in yerinde affetmezdim diyorum ama tabi aşk bu gözü kör... Gerçi Hakan'ın hakkında bir Esra geliyor ya neyse ;)

Son kafedeki buluşma çok güzeldi. İnsanın yüzünde çok tatlı bir tebessüm oluşturuyordu.

Neyse yine düştü çenem. Uzun lafın kısası kitabı çok beğendim. Gerçekten bir yerde bize -bekarlara- sonsuza kadar mutlu olamama riskini de gösterdi bu yüzden ne yapıyoruz evlenmiyoruz :P işin şakası tabi bu... Madalyonun diğer tarafını okumak gibiydi bu kitabı okumak. Gerçekten güzel eğlenceli ve kahkahalarla gülme garantisi olan bir kitap ama sonlara doğru da hüzünlenme garantisi de var...

Şiddetle tavsiye ediyorum okuyun. Gerçi VE kitabı ikinci kez düşünmeden okunur arkadaşlar diyorum :))


"Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar"
Bildiğimiz tüm masallar bu cümleyle biter. Peki sonra neler olur hiç merak ettiniz mi?
Evlendiklerinde, sonsuza dek sürecek bir aşk masalının kahramanlarıydı onlar. Perim ve Hakan Perim genç, güzel ve başarılı bir avukat, Hakan ise onun hep beklediği beyaz atlı prensti. Tartışmalar, kırgınlıklar, aileler ve eski sevgililer, onları o çok uzun süreceğine inanılan rüyadan uyandırmak için sırada bekliyorlardı.
Tüm yaşananlara rağmen aşk hala affeden ve en kötü zamanlarda kendini hatırlatan bir his olmayı sürdürebilecek miydi?
Kadınlar hep kadın.
Erkekler hep erkek.
Peki ya aşk?
Aşk, her koşulda hep aşk mıdır?
Vefa Enver sizi ilişkilerin karmaşık dünyasına davet ederken, aşk hakkındaki düşüncelerinizi de sorguluyor...
 Ve soruyor...
Aşk geride bıraktıktan sonra tekrar dönülebilecek bir yer midir?


17 Kasım 2012 Cumartesi

2 E.L.James - Karanlığın Elli Tonu


Yorumuma ilk kitaba nazaran bu kitabın çok daha iyi olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum. İlk kitap ne kadar cinsellik üzerine kurulu ise bu kitapta o kadar aşk üzerine kurulu...

Yazarın kalemi daha önce dediğim gibi profesyonel değil günlük bir tarzda yazılmış bir kitap ama kurgu ilk kitaba göre daha heyecanlı romantik ve aşk dolu... İlk kitapta Hakim olarak tanıdığımız Christian bu kitapta romantik bir aşık... Tabi Ana'da da değişimler var... Christian'ın içindekileri okumakta güzeli. Yani bunları Ana'ya anlatması... Geçmişini... Öyle olmasının sebebini... 

Kitabın aşk kısmını bir tarafa atarsak heyecan ve adrenalin yüklü olaylarda vardı. Leila olayı başta zaten patlattı ardından Charlie Tango geldi... Ahh Elena'yı (Bayan Robinson) unutmamak gerek...

Evet ilk kitabı çok beğenmemiştim ama ikinci kitabın İngilizce'sini üstün kötü okuduktan sonra bu kitabı almaya karar verdim ve kesinlikle doğru bir karar verdim diye düşünüyorum. Ha yine cinsel sahneler vardı, Kırmızı Acı Odası'nı yine okuduk ama ilk kitapta cinsel haz ön plandayken bu kitabın her satırında AŞK ön plandaydı... Bir erkeğin aşk ile dört dörtlük değişmesiydi neredeyse okuduğumuz. Bu yüzden bu kitabı okuduktan sonra Fifty Shades Serisini tavsiye ederim eğer "yetişkin okuyucu" kitlesine giriyorsanız...

Genel yorumdan sonra kitap içeriğine girmek istediğim noktalar var... Özellikle hoşuma giden yerleri söylemezsem içimde kalır olmaz :)

Leila... Evet bir bela oldu ama Leila'nın Christian ile karşılaştığındaki satırlar gerçekten tüyler ürperticiydi... Her ne kadar Christian ona karşı bir şey hissetmiyor olsa da Leila'nın vücut dili onun Christian'a hisleri oluğunu belli ediyor. Jack'e sinir oldum. Adam resmen asıldı Ana'ya ama Christian haklı çıktı. Şu sidik yarışında da sonuna kadar haklıydı ayrıca Christian'ı bir sidik yarışında görmek paha biçilemezdi.  Christian'ın aşkını itiraf ettiği noktalar çok romantikti. Bir çoğunuz -okumayanlar- alıntılardan bu kitapta Christian'ın Ana'ya evlilik teklifi ettiğini anladınız. Buna dayanarak diyorum ki yeni nesilin deyimiyle on numara bir evlilik teklifiydi. Sonunda Grace'in duyduklarından sonraki tepkisine işte bu be yürü kızım dedirtti. Sonunda küçücük bir kısım başka birinin anlatıyordu o kısmın ben tamamen Jack'e ait olduğunu düşünüyorum. Ve ve ve... şu Ana'nın tabiri ile İtaatkar Özeli araba -ki bu araba Audi A3 oluyor- Christian'ın aldığı araba Saab harikaydı... O kısımları sırıtarak okudum. Çok fazla girdim yine kitap içeriğine... :))

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum: 

Romantik, özgürleştirici ve kesinlikle bağımlılık yaratıcı
Bu roman dengenizi sarsacak, sizi ele geçirecek ve ebediyen sizinle kalacak
Ruhu yaralı genç girişimci Christian Greyin karanlık sırlarının yıldırdığı Anastasia Steele, ilişkilerine son noktayı koyup bir yayınevinde çalışmaya başlar.
Ama Greye duyduğu karşı konulmaz çekim hâlâ etkisini sürdürmektedir. Grey yeni bir teklifle gelince ona karşı koyamaz. Nihayet her şey daha iyiye gidiyor gibi göründüğü sırada birden geçmişin hayaletleri ortaya çıkar. Anastasia, sorunlu, hırslı ve talepkâr Elli Tonun sinir bozucu geçmişi hakkında, tahminlerinin çok ötesinde şeyler öğrenir ve ilişkileri bir kez daha tehdit altına girer.
Grey içindeki şeytanlarla savaşırken, Ana da hayatının en önemli seçimini yapmak zorunda kalır.
Ve bu kararı tek başına vermelidir...


16 Kasım 2012 Cuma

1 Julia Quinn - En Çok Beni Sev


Anthony Bridgerton... En sevdiğim Bridgerton'lardan biri Anthony... Kate ile evliliği tam bir eğlenceydi :))

Kitap inanılmaz derecede akıcıydı ve bir en fazla iki günde bitecek kitaplardan biriydi bence... Çok güzeldi ki yazara söylenecek söz yok zaten...

Kate'in hazır cevaplılığı, kardeşini koruma çabası ve bunun yanında da Anthony ile aralarında geçen diyaloglar harikaydı. Hele Anthony'nin kendine ideal eş tanımı içerisinde birini bulma çabası ve karşısında Kate gibi birinin çıkması olay örgüsünü tam oluşturdu. Yanlış anlaşılmasın ideal eş tanımına Kate uymuyordu. İkisinin evliliği tamamen bir skandalı engellemek amacıyla yapıldı. Onların sosyetik kurallarına göre uygunsuz yakalandılar. ;)

Özellikle Bridgerton'larla Kate'in kriket oynadığı sayfalar inanılmaz eğlenceliydi. Anthony'nin sopasının rengi, Kate ile birbirlerinin kuyularını kazma çabaları kahkahalarla güldüm o satırlarda. :)

Kate'in en büyük korkusuna Anthony'nin yardımcı olma çabaları ve onun o savunmasız anında yanında olması gerçekten çok romantikti. Hele bir keresinde gece yine korkuyordu -detaya girmeyeceğim- o satırlarda Anthony'nin davranışları tam bir aşık gibiydi... :)

Evet, Anthony'nin de sinir olunacak davranışları oldu ama ben kendisine sinir olamadım. :)) Çok sevdim çünkü :) Tavsiye ederim. Harika bir tarihi aşk romanı ama bence bütün seriyi okuyun :))


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:

Yazarınız 1814’ün olaylarla dolu bir sezon olacağına inanıyor, özellikle de bugüne kadar evlenmeyi düşündüğüne dair hiçbir işarette bulunmayan, Londra’nın en gözde bekârı Anthony Bridgerton için.
Aslında neden evlensin ki? Söz konusu eksiksiz bir zampara gibi davranmak olduğunda, ondan daha iyisi bulunamaz…
LEYDİ WHISTLEDOWN’IN
CEMİYET GAZETESİ, NİSAN 1814 
Ne var ki dedikoducu yazarımız bu defa yanılıyordu. Anthony Bridgerton sadece evlilik kararı kalmamış, bir eş adayı da seçmişti! Önündeki tek engel ise seçtiği kişinin ablası Kate Sheffield’dı - kendisi Londra balolarının o güne dek gördüğü en baş belası kişiydi. Nüktedan ve entrikacı Kate, bir yandan bu izdivacı engellemek konusundaki kararlılığıyla Anthony’yi deli ederken, diğer yandan çapkın vikontun erotik rüyalarının başmisafiri oluyordu.
Genel inancın aksine Kate, zampara beylerin zamanla ıslah olup iyi birer koca olabileceklerine inanmıyordu ve Anthony Bridgerton da bu zamparaların arasında en ahlaksız olanıydı. Kate kız kardeşini korumaya kesin kararlıydı fakat kendi kalbinin korunmasızlığı yüzünden de endişe içerisindeydi. Ve Anthony’nin dudakları kendi dudaklarına değdiği anda, Kate ona karşı koyamayacağını anlayıp korkuya kapılmıştı…

14 Kasım 2012 Çarşamba

0 Julia Quinn - Yüreğe Söz Geçmiyor


Julia Quinn'in ilk okuduğum kitabıydı aynı zamanda da Bridgerton Serisinin de ilk kitabı. Çok sevdiğimi söylemeliyim. Yazarın dili çok eğlenceli, romantik... Günümüzde yazılmış olsa belki chick lit tadında olurdu ama tarihi aşk romanı olunca çok ayrı bir kefeye konuluyor. Eğlenceli mizahi bir dille yazılmış romantik bir kitap.

Daphne, çok sevimli bir karakterdi. Erkeklerin dostça yanaştıkları kendilerini yanında rahat hissettikleri bir kadın. Ağebeyinin arkadaşı Simon ile aralarında bir kızışma oluyor. Simon'da aynı zamanda bir dük ve evliliği aklından bile geçirmiyor...

İkisinin arasındaki diyaloglar ve birbirlerini çekici bulmaları çok tatlı bir dille anlatılmıştı. Ama okurken insanın içine dokunan yerler var... Bu kısımda biraz kitap içeriğine girebilirim... Simon'ın çocuk sahibi olmak istememesi üzerine Daphne ile aralarındaki tartışma dolayısıyla birbirlerinden uzak kalmaları biraz üzücüydü.. Ama asıl insanın içine dokunan sahne Daphne'nin attan düştüğünde Simon'ın yanına gitmesi... O anki konuşmalar ve sonrasındaki...

Kitabı bazı yerlerinde evet insanı üzen anılar vardı ve buruk gülümsemeler oluşturan... Yazar aynı anda bir çok duyguyu okuyucuya yansıtıyor bence...

Tavsiye edeceğim bir seri bence okuyun :)) Özellikle tarihi aşk romanı seviyorsanız favori yazarlarınızdan biri olacaktır şüphesiz... :))


Serinin diğer kitaplarının sıralamasını sizlere hatırlatmak isterim:
  1. Yüreğe Söz Geçmiyor
  2. En Çok Beni Sev
  3. Son Söz Aşkın
  4. Rüyalar Gerçek Olsa
  5. Sonsuz Sevgilerimle
  6. Sana Muhtacım
  7. Öpüşünde Saklı
  8. Biz Evleniyoruz
Kitabın konusunu aşağıda sizlerle paylaşıyorum:

Kadere inanır mısınız? Peki ya kader bir gün yolunuzu aşkla keserse...
Tutkuyu ilişkilerinizde hissederken aşktan korkup her şeyden vazgeçmek zorunda kalırsınız... Bazen imkansızlıklar geçicidir, bazen ise imkansızlıklar hayallerle kesişir...
Julia Quinn, New York Times'in "Çok Satanlar" listesine giren romanıyla okuyucularıyla buluşuyor. Quinn'in etkileyici üslubu karşısında duygulanacak, gerçek aşkın varlığına inanmaya başlayacaksınız. Bir yandan da gülümsemenizi sağlayacak bu içli aşk romanının her sayfasında kendinizden bir parça bulacaksınız...

13 Kasım 2012 Salı

1 Nora Roberts - Yalnız Adam


MacGregor Serisinin 4. kitabı...  Yazarın bu serisini çok seviyorum ve şiddetle de okumanızı tavsiye ediyorum. Zaten yazarın diline söylenecek söz yok bence. Profesyonel bir yazar ve bu serisinde sadece aşkı değil ailevi konuları da işlediği için benim için bir numaralı seri :))

Teknik olarak bir MacGregor kitabı değil... Grant, "Geçmişin Gölgeleri" kitabında tanıdığımız Alan MacGregor ile evlenen Shelby'nin kardeşiydi...

Grant, tam anlamıyla sinir küpü eden bir karakter. Tamam yalnız olmayı sevebilirsin, içine kapanık da olabilirsin, sakinliği sessizliği de sevebilirsin ama bunlar sana Gennie'yi kırma hakkı vermez değil mi? Gerçekten Grant'ın bazı davranışları beni sinir etti... Gennie çok renkli bir karakter gerçi ressam olduğundandı sanırım hayatı renklerle dolu... Çok sevdim Gennie'yi :))

Özellikle Grant'ın Gennie'yi Daniel MacGregor'a tarif etme şeklinde kahkahalarla güldüm ki MacGregor evine gittiğinde onların Gennie'yle karşılaşmaları da harikaydı. Grant ile Gennie'nin birbirlerine aşık olduklarını söyledikleri sahne komediydi. Çok eğlendim o sahneyi okuduğumda. Ahh bir de Diana & Caine ikilisinin bebekleri olacağı haberi ve Justin&Serena'nın da çocukları olduğunu okumak harikaydı. O kısımlar insanda gülümseme hissi uyandırıyordu...

Favori sahnem bütün MacGregor'ların Daniel'in kale gibi olan evinde buluşmalarıydı. Harikaydı o kısımlar. Bu aileyi gerçekten çok seviyorum :))

Kıssadan hisse çok beğendiğim bir kitap oldu okumayanlara tavsiye ederim ama bence sırayla okuyun MacGregor'ları. Gerçekten takip edilecek nadir serilerden biri bence...  Şiddetle tavsiye ediyorum =)


MacGregor Serisi'nin Yayınlanan Kitapları:
  1. Kumarbaz Aşk
  2. Kader Bizi Bağladı
  3. Geçmişin Gölgeleri
  4. Yalnız Adam
  5. Paylaşılan Hayaller
  6. Alacakaranlık
Kitabın konusunu sizlerle paylaşıyorum: 


En çok sevdikleri kişileri kaybetmenin travmasını bir şekilde atlatmış ama hâlâ acı çeken bir erkek ve bir kadın…
Karikatürist Grant Campbell, babasının ölümünden sonra şehirde barınamamış, ücra bir sahildeki deniz fenerinde münzevi bir hayat yaşıyordu.
Ünlü ressam Gennie-Genviève Grandeau ise kız kardeşini kaybettikten sonra kalabalıklar içinde olmasına rağmen kendini yapayalnız hissediyordu.
İki acılı insan, fırtınalı bir gecede karşılaştılar ve içlerinde bambaşka fırtınalar koptu. Şiddetle direnmelerine karşın gittikçe birbirlerine yaklaştılar.
Grant, yalnız bir adamdı ve hâlinden memnundu. Gennie’ye ilk görüşte kapılmış, onun çarpıcı güzelliğiyle sarsılmıştı ama o, yıllar önce terk ettiği pırıltılı bir dünyada yaşıyordu.
Gennie için Grant tam anlamıyla bir muammaydı ve onu çözmek için yanıp tutuşuyordu.
Birbirlerine âşık olmalarına rağmen, acaba korkularını ve sırlarını gömüp, birbirlerine güvenebilecekler miydi? Ortak bir noktada uzlaşabilecekler miydi? Grant ya geçmişin etkisinden kurtulacaktı ya da gelecekteki mutluluğunu riske atacaktı.



11 Kasım 2012 Pazar

1 Ted Dekker - Gelin Koleksiyoncusu


Güzel bir gerilim polisiye romanıydı. Gerçekten sıradışı bir konusu vardı. Her sayfasını heyecanla okutuyordu. Yazarla tanıştığım roman oldu ve bayıldım!

Cinayetlerin işlenişi gerçekten zekiceydi ve katili daha ilk sayfalarda tanımak da diğerlerinden ayrı bir yere koyuyordu kitabı. Ama asıl dikkati çeken ve ilgi uyandıran detay ise katilin ya da FBI'ın dediği tabirle gelin koleksiyoncusunun her zaman kendilerinden bir adım önde olmasıydı. Hiçbir iz bırakmadan titizlikle çalışıp ve polisin bir sonraki adımını zekice tahmin edip doğru bilen bir katil... Doğal olarak yakalamak da çok zor...

Kitapta bazı detaylarda sıkıldım 567 sayfada toplasam sıkıldığım yerler beş sayfayı geçmez. Sağlık ve Zeka Merkezi'ndeki hastaların hastalıkları ve zekalarındaki gelişmişlik ve bunların seri katilin kimliğini çözme konusunda yardımlarını okumak çok güzeldi.

Ancak bütün kitap boyunca ilgi duyduğum nokta katilin, cinayetleri işleme biçimi, nedeni ve profesyonelce çalışmasıydı. Ahh bir de peşindeki polislerden aha zeki olmasıydı.

Kitabı çok beğendiğimi söylemek istiyorum gerçekten gerilimi hissedecek ve okurken kovalamacalarda ve cinayetlerde adrenalinin damarlarınızda dolaştığını hissedeceksiniz. Gelin Koleksiyoncusu, yazar ile henüz tanışmayanlar için bence güzel bir adım olabilir. Şahsen benim için öyle oldu. Yazarın bundan sonra kitaplarını takip edip okumaya çalışacağım. Polisiye, gerilim ve birazcık da korku seviyorsanız bence okumalısınız bu kitabı...

Genel yorumumu yaptıktan sonra kitap içeriğine girmek istediğim bazı noktalar var. Söylemezsem içimde kalır =)

Bahsetmek istediğim birinci nokta; Nikki'nin gelin koleksiyoncusunun eline düştüğü zaman dilimiydi. O zamanlara Brad'in zamanla yarışması, hissettikleri gerçekten tüyler ürperticiydi. Ama asıl insanı etkileyen yer ise Nikki'yi duvarda asılı bulduğu sayfalardı. Gelin koleksiyoncusunun diğer kurbanları gibi...

İkinci nokta ise; gelin koleksiyoncusunun Brad ve Paradise'ın ahırdan ne tarafa kaçtıklarını düşünme biçimi ve Brad'in geri döneceğini, hangi yoldan döneceğini, nasıl bir taktik izleyeceğini düşünerek ona tuzak kurması ve bütün düşünceleri tam on ikiden vurması harikaydı. Aslında tüyler ürpertici...


Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum...


Gelin Koleksiyoncusu korku ve gerilim dolu bir kitap, kalp atışlarınızın ne denli hızlandığını fark ettiğinizde çok şaşıracaksınız.” - 
Tess Gerritsen 
“KUTSA BENİ TANRIM, İŞLEDİĞİM VE İŞLEYECEĞİM GÜNAHLAR İÇİN...”
FBI özel ajanı Brad Raines kariyerinin en karmaşık davasıyla karşı karşıyadır. Davanın ucunda dört genç kadını öldürmüş, sapık ruhlu ve bir o kadar da zeki bir seri katil vardır. 
Her şey, terk edilmiş bir ahırda bulunan genç bir kadın cesediyle başlar. Ölü beden çırılçıplak soyulmuş, başına bir gelin duvağı konulmuş ve koltuk altlarından desteklenerek duvara sırtından yapıştırılmıştır. Topukları matkapla delinen cesedin en büyük özelliği ise, hâlâ çok güzel görünüyor olmasıdır. 
FBI’ın Gelin Koleksiyoncusu olarak adlandırdığı katilin hedefi, mükemmelliğin sayısına yani Tanrı’nın rakamı olan “yedi”ye ulaşmaktır. Bunun için sırada ölümü bekleyen üç masum ve güzel kadın daha vardır. Katili bulmak artık tam bir zaman yarışına dönüşmüştür. Davayı çözmekte zorlanan Brad’in son umudu ise, yardım almak için başvurduğu sıra dışı kişi, şizofren tanısı konulan Paradise’tır. Cesede dokunduğunda, o kişinin ölmeden önceki son dakikalarını yaşama yeteneğine sahip Paradise, korkunç katil Gelin Koleksiyoncusu’nun yakalanmasına yardımcı olabilecek midir? 

 


6 Kasım 2012 Salı

0 Julianne MacLean - Beni Aşka İnandır [Amerikan Varisleri #1]


Her ne tür kitabı okursam okuyayım sonunda tarihi aşk romanına beni geri döndüren romanlarla tanışıyorum. Bu da onlardan biri. Gerçi okuduğumuz tarihi aşk romanlarından bir daha yeni tarihe yatkın en azından merkezi ısıtma sistemi olacak kadar :)) İlk okuduğumda bu kısmı garipsediğimi belirtmem gerekir :))

Her neyse kitap çok güzeldi. Çok beğendim. Yazarın dili gerçekten çok iyiydi karakterler de öyle. Alışılagelmiş çekingen kadın karakter yerine güçlü bir kadın karakter okumak güzeldi.

James'e bazı noktalarda sinir oldum ve sadece James'e değil Dul Düşes'e de... Ama her kitapta vardır ya illaki okuyucuyu sinir edecek kişiler bu kitapta bu iki karaktere sinir oldum ama davranışlarının altındaki nedenleri okuyunca itiraf etmek gerekirse sempati duydum. Whitby'i sevdim. En başından beri... Kendisi sevdiğim karakterlerden biri olarak kalbimde taht kurdu =)) Küçük bir sır vereyim mi? Whitby'nin de aşkının anlatıldığı kitap var, yayınevinin o kitabında en kısa zamanda bizimle buluşmasını diliyorum. Hemde asla tahmin edemeyeceğiniz kişiyle... Neyse... :))

Amerikalı Varisler serisinin ilk kitabıydı ve bence güzel bir kitaptı da... Çok sevdim. Yazarın dili oldukça sadeydi, akıcı ve sürükleyici ve birazda heyecanlı bir kalemi vardı. Heyecanı av partisinden sonra hissetmek mümkündü. Karakterler arasındaki duyguları inişleri çıkışları çok iyi anlatmıştı. Bu yüzden sevdim. Sadece hoşlanmadığım bir iki yer vardı o da çevirideydi. Bazı yerdeki cümlelerde yüklem dediğimiz öğemiz yoktu ve bu da cümleleri biraz anlamsız kılmıştı. Keşke onlar da olmasaydı ama hep dediğim gibi bunlar güzel kitapların nazar boncuğu... :))

Beğendim takip edeceğim bir seri tarihi aşk romanı severlere de tavsiye ederim okuyun :))

Yorumumu bitirmişken şunu belirtmek istiyorum. Kitap içeriğidir dikkat... Aşağıda alıntıladığım yer çok güzeldi. O gözyaşı beklemediğim bir şeydi ve dudaklarımda bir gülümseme oluşturdu hissettirdiği aşkla...

James'in gözünün kenarından bir gözyaşı belirerek elmacık kemiğine doğru süzüldü. 
Sophia, o gözyaşı damlasına, kalbinin ve ruhunun en derin noktalarına ulaşan bir anlayışla baktı.
"Seni seviyorum," diye fısıldadı James, yumuşak bir sesle.

Alıntımı da paylaştıktan sonra sizlerle serinin diğer kitaplarını paylaşıyorum:

Amerikan Varisleri Serisi'nin kitapları:

Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:

"Hayat ve duyguyla dolu ışıldayan bir roman." -Jo Beverley- "İnanılmaz bir tutkuya sahip, kıpır kıpır bir hikâye." -Cathy Maxwell-  
"Sevgili kardeşim Clara,
Londra sosyetesi hiç aklıma gelmeyecek denli karışık! Her gece başka bir balo veya toplantı var, her gece başka başka ışıltılı mücevherler, hışırdayan elbiseler dönüp duruyor. Zaman zaman orada burada pot kırmaktan korksam da, hedefime (daha doğrusu annemin hedefine) ulaşmakta başarı elde ediyorum sayılır. Annem, bana koca olarak son derece uygun bulduğu birkaç beyden gördüğüm ilgi karşısında mutluluktan havalara uçuyor. Ama sevgili kardeşim, bir dük var ve benim için ondan başkasına bakmak dahi öyle zor ki! İtiraf etmeliyim ki kalp atışlarımı, balo salonunun karşı tarafından fark edilebileceğinden korkacağım kadar hızlandırıyor. İsmi James Langdon, Wentworth Dükü. Bu sözlerim kulağa abartılı gelebilir ama bana daha önce hiçbir erkeğin hissettirmediği şeyler hissettiriyor. Ama bu duygularımı bastırmalıyım. Zaman zaman onun karanlık geçmişine dair fısıltılar duyuyorum ve insanlar kendi aralarında ondan Tehlikeli Dük diye bahsediyor. Ah Clara! Gizliden gizliye onun beni seviyor olabileceğini düşünerek mutlulukla doluyorum, ancak bir yandan da ilgisinden korkuyorum. Gerçek aşkı bulmak için çok uzun zaman bekledim ve şimdiyse kalbime zarar gelmemesi için ona karşı koymalıyım. Keşke ne yapmam gerektiğini bilebilsem...
Seni seven kardeşin, -Sophia-"

4 Kasım 2012 Pazar

0 Grinin Elli Tonu'ndaki Röportajı Christian'ın Ağzından Okumak İster misiniz?


Malum, bu aralar dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilgi ile takip edilen bir Elli Ton serisi mevcut. Okurların bildiği gibi ana karakterler bir röportajda tanışıyorlar ve bu kitap Ana karakterinin ağzından anlatılıyor. E.L. James okurları için bir sürpriz yaparak, son kitap olan Özgürlüğün Elli Tonu'na bir artı bölüm eklemiş. Bu bölümde aynı röportaj Christian karakterinin ağzından anlatılıyor. Kitabın fan sitesinde meraklılar için bu bölümün çevirisi yayınlandı. Kısım 1 ve Kısım 2'den bu röportajın tamamına ulaşabilirsiniz. :)

3 Kasım 2012 Cumartesi

5 Julie Garwood - Güller ve Gelinler


Clayborne kardeşlerin serisinin ikinci kitabı... İlk kitabı Güllere Sor'dan tanımıştık şimdi de bu kitapta üç kardeşin hikayelerini okuduk. Travis, Douglas ve Adam.

Tek tek detaylı bir yorum yapmayacağım ancak şunu söylemeliyim biraz hikayelerin geçiştirilmiş olduğunu düşünüyorum. Detay yoktu, karakterler hemen aşık oldular falan... Hatta ben içinde pek romantiklik bile göremedim sadece Douglas'ın hikayesinde vardı.

Üç hikaye de ayrı bir olaylıydı ama aralarından en çok Douglas'ın hikayesini çok sevdim. Gerçekten çok şekerdi, romantik ve duygusal... Parker doğumu, Isabel ile konumlarının verdiği durumlar davranışlar çok güzeldi... Tek tatmin olduğum hikaye oydu.

Hepsinde ortak bir şey vardı o da gelinleri ile tanışmalarında Rose Anne'nin parmağı vardı. Kısmen... Bir tek Adam'ınkinde direk el atmıştı.

Üç hikayede bir ortak nokta daha vardı Daniel Ryan... Bu adamın üç hikaye boyunca adı geçti ve üç Clayborne erkeğine de yardımcı oldu. Ama asıl Daniel Ryan hikayesi Cole'un kitabında yani Baharı Beklerken'de olacak... En azından Adam ile olan bir sahnesinden onu anladım :)) ki Baharı Beklerken'in arka kapak yazısında yazıyor :))

Kitabı Garwood kalemi olduğu için okudum ama beni birazcıcık hayal kırıklığına uğrattı çünkü üç kardeşin de hikayesi çok yüzeyseldi. Daha detaylı okumak daha iyi olabilirdi. Bu yüzden sevdiğim bir kitaptı diyemem... Halbuki Güllere Sor'u sevmiştim.

Okuyacak olanlara tek diyeceğim şey çok büyük beklentileriniz olmasın. Garwood bu kitabında biraz kötüleşmiş. Halbuki hep büyük beklentilerle okur ve beklentilerimin karşılığını alırdım ama bunda alamadım.


Kitabın konusunu aşağıda belirtiyorum:


New York Times çok satanlar yazarı Garwood'un milyonların beğenisini kazanan serisi hızla devam ediyor... Montana, Blue Belle'de yaşayan Clayborne kardeşlerden üçünün hikâyesi tek bir kitapta okurlarla buluşuyor... 
Pembe Bir Gül
Clayborne'ların en genci olan Travis başına buyruk biridir. Tabii sevgili Rose Anne'sine asla hayır diyememesini hesaba katmazsak. İşte Emily Finnegan'a Golden Crest'e kadar eşlik etme nedeni de budur. Ancak bu yolculuk her ikisinin de kaderini hayal dahi etmedikleri bir şekilde etkileyecektir.

Beyaz Bir Gül
Yardıma ihtiyaç duyan birine asla sırt çevirmeyen Douglas'ın bu özelliğini Blue Belle'deki herkes bilmektedir. Zalimliği hoş görmeyen yapısı onu savunmasızların kurtarıcısı haline getirmiştir. Ancak inatçı güzel Isabel Grant ile karşılaşması belki de ilk kez iradesini sınamasına yol açacaktır.

Kırmızı Bir Gül
Kitaplara düşkünlüğüyle tanınan ve uzak diyarlara olan merakını okuyarak dindiren kaçak köle Adam hayatından son derece hoşnuttur. Tabii bekâr olmaktan da. İşte bu yüzden Rose Anne çekici Genevieve Perry'yi Montana'ya davet eder. Acaba Adam kalbini bir kadına açarak kitaplarla ulaşamayacağı gerçek özgürlüğün tadına varabilecek midir?

2 Kasım 2012 Cuma

3 Fabio Volo - Babam ve Sevgilim

Okurlarımızdan sevgili " MissCaroline " bizim için bir kitap yorumladı. Kendisine teşekkür ediyor, yorumunu sizlerle paylaşıyoruz.


Yorum: MissCaroline 

Baba ve Sevgili.. Hayatımızda ne kadar da önemli insanlar değil mi? Ne çok yeri işgal ediyorlar yüreğimizde, aklımızda, hatıralarımızda..Aslında aralarında hiçbir bağ yokmuş gibi görünse de ikisi de yaşamımızın temel taşları. Kişiliğimiz, korkularımız, travmalarımız, gücümüz, sevgimizi kısaca kendimizin bir kısmını inşa ediyorlar..Biri olmadığı zaman hayatımız eksik, yarım kalmış, ya da tam tersi hayatımızda var olsalar bile bir o kadar uzak ruhlarımız..Farkında olmadan kendimizi onlara sevdirmeye çalışıyoruz. 

Kitap kahramanı Lorenzo da öyle yapıyor,bocalıyor hayatta..Hatta yan masada ( dışarıdayken yazdım bu satırları) bir çift vardı, kız oğlana “Babam seni ne yapar?” diye bir göz dağı veriyordu şakayla karışık…artık konu ne ise..İşte Baba böyle bir güç, güven ya da korku. Sevgili ise bir liman, aşk, yeniden doğmak.. İkisinden birini kaybettiğiniz zaman çok derin yaralanırsınız, sanki varoluşunuz anlamsızlaşır.

Gerçekten ikisi aynı anda hayatımızda olamaz mı, birini yeni kazanırken diğerini sonsuza dek kaybetmeye mi mahkum insan?

Bu kitapta da sancılı bir Baba-Oğul ilişkisine ve Erkek-Kadın ilişkisine aynı anda odaklanıyoruz. Çarpıklıkları, yanlış anlamaları, kültür, yetiştirilme tarzı, sevmek ve sevilmekten korkmanın baba ile olan çarpık ilişkisinin hayatına yansımaları ve hayatındaki tek gerçek aşkı olan kadını kaybedişinin hikayesi..

Yazarın o kadar akıcı ve güzel dili var ki diğer kitaplarını da en kısa zamanda alıp okumaya can atıyorum. Hayatınızdan mutlaka bir kesit bulacağınız bu romanı mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
Tüm yarınlarımı tek bir dün için değiştirirdim. Lorenzo sevmeyi bilmiyor, yani sevgisini göstermeyi asla bilemedi. Artık 37 yaşında ve karşısında geçmişten gelen iki zorlu sevgi var; bunları geri kazanmak ve yeniden inşa etmek zorunda. Bir tarafta çocukken hayran olduğu, şefkat ve dikkatinin hep özlemini çektiği ancak şimdi bir yabancı gibi uzak olduğu babasının sevgisi. Diğer tarafta, o kadının, onu terk eden, isminin Lorenzonun yanında asla zikredilmediği kadının sevgisi. İki telefon görüşmesi, iki beklenmedik haber: Babası hasta ve o kadın evleniyor Bu olaylar, geçmişini unutmadan başarıya ulaşmış Lorenzoyu hatıralar, yürüdüğü yol ve en derinde sakladığı en unutulmaz duyguları arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Hayatımızda Lorenzonun hayatıyla ne çok ortak nokta olduğunu duygulanarak ve hatta gözyaşlarıyla keşfedeceğimiz bir hikâye. Küçük ama önemli dersleri yalın bir şekilde anlatan bir roman: çiftlerin bir arada yaşamasının mükemmel ancak zor oluşu, sevgide duyulan şüpheler, anne-babayla ilişkilerin yıllarla birlikte değişmesi ve hiç umut kalmadığı zaman bile hep bir umut ışığı görme ihtimali Bir baba ve oğuldan, unutulamayan bir kadından, pek dile getirilmeyen duygu ve düşüncelerden bahsederken her sayfada şefkat, sempati ve gerçeklik duygusu uyandıran bir roman Kahramanı hepimiz tanıyoruz, hepimiz kendimizi onunla özdeşleştirebiliriz. Hayatımızı tanımlayan o küçük anların, gözden kaçırmamamız gereken derslerin hikâyesi. Çünkü her zaman anlama, affetme, savaşma, hissetme, minnettar kalma ve sevme zamanıdır.

1 Kasım 2012 Perşembe

0 Önce Kitap ile Röportajımız

Merhabalar arkadaşlar, bir röportajımızı daha sizlere sunuyoruz. Bu kez bir röportajımızı bir yayın evi ile yaptık. Artık blogumuzda yazarlar ve yazar adayları için de yardımcı olabilecek paylaşımlara yer vermeye çalışacağız. Röportajımız bunun ilk adımı... Önce Kitap'a bize vakita ayırdıkları için teşekkür ediyor, umarım size bir fikir verir, röportajdan keyif alırsınız diyoruz.


İlle Kitap: Öncelikle yayınevinizden bahsedelim. Bizim kanaatimiz, bize yansıyan şey, seçici olduğunuz ve gerçekten kaliteli yayınları okurlarınıza sunduğunuz. Tabii kitapları belli bir kalitenin üzerinde tutmak seçenekleri epey azaltıyor olmalı, yanılıyor muyuz?

Önce Kitap: Yeni bir yayınevi olarak geçici olmadığımızı kanıtlamak için daha da seçici davrandığımız doğrudur. Kağıdımıza, iç dizaynımıza hep sektöde var olma, kalıcı olma isteğimiz nedeniyle özen gösteriyoruz. Seçenekler konusunda da haklısınız. İyinin sunulabilmesi için çok fazla kötüyü elememiz gerekiyor.

İ.K.: Bezen öyle kitaplara denk geliyorum ki çoğu insanın ancak günlük, özensiz karalamaları olacak yeterlilikte. Bir okur olarak o kitapların basılmasından ve bizlere sunulmasından rahatsızlık duyuyorum. Ki bu kitaplar genellikle “para odaklı” çalışan yayınevlerinden çıkıyor. Bu tür kalitesiz basımlar tüm Türk yazarlara karşı olan ön yargının da temelini oluşturuyor sanırım. Peki, siz bu konuda, özellikle yüksek ücret ödediği için kalitesiz kitaplarının kaliteli olduğuna inandırılan yazarlara ne söylemek istersiniz? Şüphesiz bu onlar açısında da bir fiyasko. Bu konuda kime güveneceklerine nasıl karar vermeliler?